31 Ekim 2017 Salı

99) GİZLİDİR BÜTÜN AŞKLAR - MAEVE BINCHY

echoes

Doğan Kitap
Çeviri: Boğaç Erkan
509 sayfa


Daha önce Maeve Binchy’den İtalyanca Aşk Başkadır kitabını okumuştum ve sevmiştim. Elimde de indirimden aldığım Gizlidir Bütün Aşklar vardı, akıcıdır diye düşünüp başladım.

200’lere kadar kitap elimde süründü, sonra biraz daha akıcı hale geldi ya da ben kitabın sakinliğine alıştım bilemiyorum.

Öncelikle Gizlidir Bütün Aşklar bence bir aşk romanı değil, kasaba romanı. Castlebay kasabasında yaşayan insanları, onların birbirleriyle ilişkilerini konu alıyor. Clare, David, Angela gibi kahramanların bakış açılarından bakıyoruz lakin bazen karakterler arasında geçiş yapıldığını fark etmek zor oluyor çünkü ayrı ayrı bölümler şeklinde basmamışlar. En azından karakter geçişlerinde, paragraflar arasına yıldız koyabilirlerdi.

Kitabın sonu da çok havada kalmıştı. Sanki ‘bu kadar anlatmak yeter, hadi bitirelim gitsin’ der gibi…

Üzgünüm Gizlidir Bütün Aşklar ama bizimle değilsin, seni sevemedim.

“Tabii ki çok zor olacak, ama bunu yapmaya değer kılan da ok zor oluşu, eğer kolay olsaydı o zaman ipe sapa gelmez herkes bunu yapabilirdi.”

“Ve eğer sorun bir erkekse, biz buna değmeyiz. Hiçbir erkek herhangi bir kadının bir saat bile uykusuz kalmasına değmez.”

“Kendimi uzun zamandır kaybedip de arayıp durduğum bir şeyleri bulmuş gibi hissediyorum. Eve gitmek gibi bir şey bu, sadece eve gitmekten çok daha hoş; eve dönmenin olması gerektiğini düşündüğünüz haline benzer bir şey.”


“İnsanlar çoğu zaman olduklarından daha zalim görünürler. Kalpleri muhtemelen oldukça merhametlidir.”


29 Ekim 2017 Pazar

Tiyatro: Macbeth

Bu sefer bir tiyatroyla geldim size, hem de –doğru tahmin ettiniz- Shakespeare’den!

şehir tiyatroları


Kağıthane Sadabat Sahnesi’nde Bilge’yle Macbeth’i izledik. İstanbul’a geldiğimden beri Shakespeare oyunu izlemek istiyordum ve o gün bu gündü.

Bir ay önce biletlerimizi almıştık.

Öncelikle belirtmeliyim ki, biz Macbeth’in sürrealist bir yorumunu izledik. Bu yüzden oyun kısaltılmış 75 dakikaya düşürülmüştü.



Macbeth’i henüz okumadığım için, sürrealist yorumuyla karşılaştıramıyorum ama oyunu gerçekten beğendim. Görsel anlamda beklediğimden çok daha iyiydi.

Kostümler, dekor, ses ve ışıkla yaratılan ortam etkileyiciydi. Karakterlerin kötü yönlerini göstermek için kukla kullanılmıştı.


Leydi Macbeth’i oynayan oyuncu harika bir performans sergiledi ve ben cadıları sevdim.

Şehir Tiyatroları’nın programında Macbeth’e rastlarsanız, kaçırmayın derim. Umarım ki yanınıza oyun boyunca telefona bakan bir teyze veya sevgilisiyle fısıldaşan bu yüzden de perde kapandığında sarışın adam tarafından dövülen birisi oturmaz. Böyle şeyler olursa da, derin bir nefes alıp Türkiye’de yaşadığınız gerçeğini hatırlayın ve ‘saygı’, ‘eğitim’, ‘kültür’ gibi kavramların ‘sözde kalması’yla yüzleşin.



Yazan : WİLLİAM SHAKESPEARE
Çeviren : SABAHATTİN EYÜPOĞLU
Yöneten : ULVİYE KARACA
Dramaturgi : DİLEK TEKİNTAŞ
Sahne Tasarımı : GAMZE KUŞ - CİHAN AŞAR
Kostüm Tasarımı : GAMZE KUŞ
Işık Tasarımı : MUSTAFA TÜRKOĞLU
Müzik : CAN ATİLLA
Koreografi : ÖZGE MİDİLLİ
Efekt : KADİR ARLI
Yönetmen Yardımcısı : ÜMİT BAHADIR TUNÇ - DİRENÇ DEDEOĞLU - NİLAY YAZICIOĞLU
Süre : 75 DAKİKA / TEK PERDE

OYUNCULAR: DAMLA CANGÜL, DİRENÇ DEDEOĞLU, GÖKÇER GENÇ, KUBİLAY PENBEKLİOĞLU, MANA ALKOY, NURDAN KALINAĞA, ŞİRİN KILAVUZ SEVİNÇ, TUĞRUL ARSEVER

"İyi kötüdür, kötü de iyi..."

25 Ekim 2017 Çarşamba

Kopyalanmış Yazıyla Blog Yazarı Olunmaz

Bugün blogger’da hiç yaşamak istemediğim bir olayla karşılaştım. Nazlıhan ve Sümeyye beni uyardılar, teşekkür ediyorum onlara.

Yazar Kadraj adında Aziz Kaynar tarafından yazılan bir blog, benim yazılarımı ve Nazlıhan’ın yazılarını kopyalamış.

Maalesef ki çalıntı yazıyla blog yazarı olunmuyor.



Öncelikle her özgün eser 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nu ile korunmakta. 71. Maddesine bakacak olursak:
“Madde 71 – (Değişik: 23/1/2008-5728/138 md.) Bu Kanunda koruma altına alınan fikir ve sanat eserleriyle ilgili manevi, mali veya bağlantılı hakları ihlal ederek:
1. Bir eseri, icrayı, fonogramı veya yapımı hak sahibi kişilerin yazılı izni olmaksızın işleyen, temsil eden, çoğaltan, değiştiren, dağıtan, her türlü işaret, ses veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma ileten, yayımlayan ya da hukuka aykırı olarak işlenen veya çoğaltılan eserleri satışa arz eden, satan, kiralamak veya ödünç vermek suretiyle ya da sair şekilde yayan, ticarî amaçla satın alan, ithal veya ihraç eden, kişisel kullanım amacı dışında elinde bulunduran ya da depolayan kişi hakkında bir yıldan beş yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.

2. Başkasına ait esere, kendi eseri olarak ad koyan kişi altı aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezasıyla cezalandırılır. Bu fiilin dağıtmak veya yayımlamak suretiyle işlenmesi hâlinde, hapis cezasının üst sınırı beş yıl olup, adlî para cezasına hükmolunamaz.

3. Bir eserden kaynak göstermeksizin iktibasta bulunan kişi altı aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezasıyla cezalandırılır.

 4. Hak sahibi kişilerin izni olmaksızın, alenileşmemiş bir eserin muhtevası hakkında kamuya açıklamada bulunan kişi, altı aya kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

5. Bir eserle ilgili olarak yetersiz, yanlış veya aldatıcı mahiyette kaynak gösteren kişi, altı aya kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

6. Bir eseri, icrayı, fonogramı veya yapımı, tanınmış bir başkasının adını kullanarak çoğaltan, dağıtan, yayan veya yayımlayan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasıyla cezalandırılır.”

Ayrıca bu şahıs Büyükada: Hatırla Sevgili yazımı kopyaladığı için Türk Ceza Kanunu’nun 135. Maddesine bakmakta da fayda görüyorum.

“Özel hayatın gizliliğini ihlal
(1) Madde 134- (1) Kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlal eden kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Gizliliğin görüntü veya seslerin kayda alınması suretiyle ihlal edilmesi halinde, verilecek ceza bir kat artırılır.”

İnsanların başkalarının fikirlerini alıp, kendi fikirleri olarak gösterme çabalarını anlamıyorum.

Amaçları konusunda ise hiçbir fikrim yok, bildiğim tek şey;
İster sizin olmayan bir eşyayı çalın , isterseniz fikirleri adınız HIRSIZ‘dır başka bir şey değil.


Google’dan şikayet etmek isterseniz: tık 

Daha fazla bilgi edinmek isterseniz:

24 Ekim 2017 Salı

98) O. HENRY


April Çizgi Klasik
Çeviri: Cihat Taşçıoğlu
144 sayfa


Yıllar önce, o kadar ki bir varmış bir yokmuş ile cümleye başlayabilirim, bir fuarda O. Henry ile Edgar Allan Poe’nın çizgi romanlarını almıştım. Kitaplığıma koymuştum.

Memleketteyken birazcık(!)grip olduğum için kitap okuyamayınca gözüme çarptılar. Ben de O. Henry’e başladım.

O. Henry, gerçek adı William Sydney Porter, Amerikan edebiyatında kısa öyküleriyle ünlüymüş ve öyküleri genelde şaşırtıcı sonla bitermiş.

Ayrıca bugüne kadar ben hiç kitabını okumamıştım.

Çizgi roman 13 bölümden oluşuyor. Her bölümde farklı çizerler, değişik bir O. Henry hikayesini konu almışlar.

En sevdiğim hikaye Magi’nin Hediyesi oldu.

Genel olarak çizimler de güzeldi.

Çizgi roman sayesinde O. Henry’nin kitabını almaya karar verdim. Bazı hikayelerinin verdiği umut hissini, ters köşe yapmasını sevdim. Eğer okuduysanız, hangi kitabını tavsiye edersiniz?

“Kentin köhne bir köşesinde, yağmurun çiselediği soğuk bir gecenin geç vakti herkes zanlıdır.”

“İnsanın bir dosta ihtiyacı varır. İçkinden içen, seninle birlikte dolanan, sırtını sıvazlayan ve durmadan senden ne kadar hoşlandığını anlatarak zamanını heba eden kişi değildir arkadaşın. Öylesi ancak gerçek dostun yoksa ihtiyaca karşılık verir.”




18 Ekim 2017 Çarşamba

97) PORTAKAL KIZ - JOSTEIN GAARDER

pan yayıncılık

Pan Yayıncılık
Çeviri: Esen Ger Tabar
151 sayfa

 
Sanırım her zaman kitapları biz seçmiyoruz, bazen kitaplar da okurunu tercih edebiliyor.

Portakal Kız, Beyoğlu Sahaflar Festivali’nde normalde dikkat etmeyeceğim bir köşeye sıkışmıştı. Hatta Norveçli yazar Jostein Gaarder’ın böyle bir kitabı olduğunu bilmiyordum. Yazardan sadece Sofie’nin Dünyası’nı okumuştum. (tavsiye edilir)

Yine de bir şekilde Portakal Kız kendini bana gösterdi ve aldım. Kendisi ihtiyacım olan kitapmış.

15 yaşındaki Georg ile ölen babasının beraber yazdıkları bir hikaye bu. Sofie’nin Dünyası gibi felsefe üzerine bir kitap olmasa da, yine düşündürmeyi amaçlıyor, kilit sorular soruyor. Bunların yanında yüreğe dokunmayı da başarıyor.

Evet, Portakal Kız’ın toz pembe yanları olduğunu düşünüyorum. Maalesef gerçek hayat böyle değil. Yine de bu gençler için yazılmış bir kitap ve eğer Georg’un babası gibi hayatı masal olarak görürsek, çirkinlikleri pembeye boyayabiliriz.


Unutmamalı ki her masalın kendi kuralı var ve başkalarının kurallarına saygı göstermeliyiz.

Sonuç olarak, kitabı sevdim hem de çok. Şu günlerde Norveç’te geçen eserler, yapımlar hoşuma gidiyor. Skam adında Norveç dizisi izlemiştim, dört sezonu dört günde bitirmiştim. Eğer izlemediyseniz ve gençlik dizilerini seviyorsanız, onu da tavsiye ederim.



“Hayatta sadece bir yerimiz yok. Bize belli bir zaman verilmiş.”

“Şimdiyi hiç yaşamayan, hiç yaşamaz. Sen ne yapıyorsun?”

“Gazetecilerle anne babaların ortak tarafı aynı derecede meraklı olmalarıdır. Ve politikacılarla çocukların ortak tarafı, onlara sürekli olarak her zaman basit bir cevabı olmayan sıkıcı soruların sorulmasıdır.”

“Ama bütün masalların kendi kuralları vardır, evet, belki de bir masalı diğerlerinden ayıran, kurallardır.”

“Belki birbiriyle aynı anda sağlam ve kararlılıkla karşılaşan ve ayrılmak istemeyen iki bakış değerinde bir yakınlık yoktur.”

“… iki insan her şeyden çok birbirlerini aramakla meşgullerse o zaman tesadüfen karşılaşmaları büyük bir mucize değildir.”

“Var olan her şey, sadece her şey bitene kadar olan sürede var. Ama bir insanın sıkı sıkı tuttuğu en son şey çoğunlukla bir el.”

“… olanaksızı hayal etmenin özel bir ismi var. Biz ona “ümit” deriz.”




14 Ekim 2017 Cumartesi

96) DOĞAL YAŞAM VE BAŞKALDIRI - HENRY DAVID THOREAU


Kaknüs Yayınları
Çeviri: Seda Çiftçi
384 sayfa


“Havada kaleler inşa ederseniz, yaptıklarınızın boşa gitmesi gerekmez; kalelerin yerleri orasıdır. Şimdi de altlarına temellerini yerleştirin!”

Sonunda bitirebildiğim Doğal Yaşam ve Başkaldırı’yla herkese merhaba! Yaklaşık iki aydır okumaya çalışıyordum.

Thoreau, Into the Wild filminden esinlenip okumaya başladığım bir yazardı, biliyorsunuz. Öncelikle Sivil İtaatsizlik makalesini okumuş ve Walden Gölü ile ilgili yazdıklarını da edinmek istemiştim. Bir sürü kitapçı gezip, sonunda Doğal Yaşam ve Başkaldırı’nın Kaknüs Yayınları basımını bulabilmiştim. –Zeplin Kitap versiyonunu istiyordum-

Thoreau, kitapta Walden Gölü’nün kıyısında yaşadıklarını, gözlemlerini anlatmış. Doğayla baş başa kendi inşa ettiği evinde iki yıl ve iki ay yaşamış. Birikimlerini de ekonomi, okumak, sesler, fasülye tarlası, evin ısıtılması, gölde kış vs. gibi başlıklar altında toplamış. Ayrıca kitabın sonunda Sivil İtaatsizlik Makalesi de mevcut.

Bu kadar hevesle kitabı aramama karşın, Doğal Yaşam ve Başkaldırı’yı beğenmedim. Beklentim; kitabın bana ‘pılımı pırtımı toplayıp doğaya dönme isteği’ vermesiydi. Aslında Into the Wild filminde bulduğum o duyguyu arıyordum. Bulamadım.

Kitabın çevirisini de pek sevmedim. Yazım hataları vardı.

İtiraf ediyorum ki; kitabın bazı kısımlarını atlaya zıplaya okudum ve gittiğim her yere taşıdım. Yoksa o iki ay, daha da uzayabilirdi.




“Başkalarının görüşü bizim kendi görüşümüze kıyasla zayıf bir diktatördür. Bir kişinin kendi hakkında ne düşündüğü kaderini belirler, daha doğrusu kaderini gösterir.”

“Ölse de insan, ettiği kötülük dünyada kalır.”

“İyi okumak, tıpkı atletlerin yaptığı antrenmanlar gibi, bir disiplinden geçmeyi gerektirir.”

“Kitaplar, dünyanın zengin birer hazinesidir; nesillerin ve milletlerin mirasının ifadesidir.”

“Hayatım, birçok sahneden oluşan ve hiç bitmeyen bir dram gibiydi.”

“En büyük kazançlar ve değerler en az takdir edilenlerdir. Varlıklarından kolayca şüphe edebiliriz. Çabucak unutulurlar. En yüksek gerçek onlardır.”

“Bir insan çevresindekilerle aynı hızda yol almıyorsa, bu belki de farklı bir davulun sesini duyduğundan dolayıdır.”

“Bana sevgi değil, para değil, ün değil, hakikati verin.”






10 Ekim 2017 Salı

95) DRACULA - BRAM STOKER, PASCAL CROCI, FRANÇOISE-SYLVIE PAULY

ntv çizgi roman

NTV
Çeviri: Alev Er
158 sayfa


Uzun zamandır çizgi roman okumamıştım.

Bram Stoker’ın Dracula’sını ise ortaokulda bitirmiş, sevmiştim. Bu kitap ise Dracula’nın çizgi romanı.

İki kitaptan oluşuyor: ilki, Dracula Eflak ve Boğdan Prensi Vlad Tepeş; ikincisi, Dracula Bram Stoker’ın Anlattığı Efsane.

Kitabın çizimleri güzeldi ancak keşke manzara çizimleri yerine karakterlere odaklanılsaydı. Çizer, yazdığı yazıda Dracula’yı çizerek risk almak istemediği belirtmiş. Gotik detaylarla gerilim yaratmaya çalışmış.

Daha iyi olabilirdi… Dracula gibi bir eser olduğu için daha iyi olmalıydı.


“Hayat o kadar vazgeçilmez bir şey değil ki ölümden korkayım…”


7 Ekim 2017 Cumartesi

94) FAHRENHEIT 451 - RAY BRADBURY

ithaki

İthaki Yayınları
Çeviri: Zerrin Kayalıoğlu
        Korkut Kayalıoğlu
238 sayfa



Fahrenheit 451, kitap severleri en çok etkileyecek distopyalardan biri herhalde.

“Fahrenheit 451: Kitap kağıtlarının yanıp tutuştuğu sıcaklık derecesidir.”

Bu cümleyi bile okuyunca kalbiniz teklemiyor mu? Çünkü kitapların olmadığı, yakıldığı bir dünyayla karşı karşıyayız.

Ayrıca kitabın önsözü de –bence-, roman kadar etkiliydi. Ray Bradbury yazmış ki: “… eğer altıncı yaşlarının sonuna doğru tüm ülkelerdeki bütün çocukların kütüphanelerde yaşayarak hemen hemen ozmos (geçişme) yoluyla öğrenmelerini sağlarsak, işte o zaman, uyuşturucu, sokak çeteleri, tecavüz ve cinayet rakamlarımız sıfıra yaklaşacaktır.

Fahrenheit 451’in korkutucu yönü, gelecek gerçekten böyle olabilir. Günümüzde uygulanan sansürleri ve insanların kendi tercihleri olarak kitap okumamalarını göz önüne alırsak, bu distopik dünya pek de uzak görünmüyor.

Fahrenheit 451 bir günde bitirdiğim bir kitap oldu. Böyle bir distopyada yaşamadığım için derin bir nefes alıp, kapağı kapattım. Es geçilmemesi gereken bilimkurgu – eleştiri eserlerinden.

Bol kitaplı günler diliyorum, hayat kısa, okumaya devam!

“İlk kez anladım ki bütün kitapların arkasında bir insan vardı. Her birini bir insan düşünüp yaratmıştı. Bir insan onları kağıda dökmek için günlerini veriyordu.”

“Hiç de anayasanın dediği gibi, kimse eşit ve özgür doğmamıştır, herkes eşit yapılır.”

“Mutlu olmak için ihtiyacımız olan her şeye sahibiz, ama mutlu değiliz. Eksik bir şey var. Çevreme bakıyorum. Kaybolduğunu kesinlikle bildiğim tek şey, son on ya da on iki yıldır yakmakta olduğum kitaplar.”

“Kitaplar bize ne tür eşekler ve aptallar olduğumuzu hatırlatmak içindir. Kitaplar, tören alayı büyük bir gürültü içinde caddede ilerlerken, Sezar’ın kulağına ‘Unutma, Sezar, sen de ölümlüsün,’ diyen pretoryen muhafızlarıdır.”


“Gözlerini merakla doldur (…) ve sanki on saniye sonra ölecekmişsin gibi yaşa. Dünyayı gör. Fabrikalarda yapılan veya parası ödenen herhangi bir rüyadan daha muhteşemdir.”




4 Ekim 2017 Çarşamba

93) MOMO - MICHAEL ENDE

pegasus yayınları

Pegasus Yayınları
Çeviri: Leman Çalışkan
300 sayfa


“Çünkü zaman, yaşamın kendisidir. Ve yaşamın yeri yürektir.”

Fark etmiyoruz ama belki de bizi mutlu eden zaman, halk tabiriyle ‘boşa harcanmış’ saatlerdir. Gün içinde yapmamız gereken zorunluluklardan arta kalan zamanı genelde hoşlandığımız aktivitelerle geçiririz. Peki sadece çalışarak mutlu olabilir miydik?

Sorunun cevabı Momo’da mevcut.

Kendisi bir çocuk kitabı ama büyüklerinde severek okuyabileceği, ders çıkarabileceği türden.

Momo aslında günümüze, kapitalist topluma bir eleştiri getiriyor. Sürekli çalışarak geçen günleri, her işi aceleyle keyif almadan yapmamızı, çevremizdeki güzellikleri fark etmemizi ve nasıl mutsuz bir insan haline geldiğimizi anlatıyor. Tabii bunu bize duman adamlar vasıtasıyla ulaştırıyor.

Kitabın ikinci yarısını daha çok sevdim. Bana Küçük Prens’i anımsattı.

Eğer fantastik çocuk kitaplarını seviyorsanız Momo’yu atlamayın.

Kendimize vakit ayırmayı unutmadığımız günler dileğiyle…

“Bir insanın çok dostu olabilir ama insan, onların içinden bazılarını kendine daha yakın bulur ve onları daha çok sever.”

“Çünkü nasıl gözleriniz görmeye, kulaklarınız duymaya yarıyorsa, insanın yüreği de zamanı algılamaya yarar. Kör biri için gökkuşağının renkleri ve sağır biri için kuş sesleri nasıl boşunaysa, yürekle algılanmayan zaman da öyle boşa gider, kaybolur.”


“Başkalarıyla paylaşılmayan zenginlikler insanı mahvediyordu.” 


2 Ekim 2017 Pazartesi

92) GÖĞE BAKMA DURAĞI - TURGUT UYAR



Yapı Kredi Yayınları
108 sayfa


Turgut Uyar, İkinci Yeni akımının öncülerinden.

İkinci Yeni akımına kısaca göz atacak olursak, Garipçilere karşı ortaya çıkmışlardır. Dadaizm, sürrealizm ve varoluşçuluk gibi akımlardan etkilenip imgeli bir dil kullanmışlar. İkinci Yeni’nin isim babası ise Muzaffer İlhan Erdost’tur.

Salıncak’ın edebiyat defterini kapatıp, Göğe Bakma Durağı’na geçebiliriz. :D

Turgut Uyar’ın Büyük Saat/ Tüm Şiirleri’ni almak istediğim için derleme kitaplarından kendimi uzak tutuyordum ta ki geçenlerde Kadıköy YKY’ye girene kadar… Göğe Bakma Durağı çok sevdiğim şiirin adıyla beni kandırdı ve ben de aldım.

Kitabı hazırlayan Bedirhan Toprak’mış.

İçindeki en sevdiğim şiirler: Geyikli Gece, Tel Cambazının Tel Üstündeki Durumunu Anlatır Şiirdir, Göğe Bakma Durağı, Biraz Daha, Acıyor, Tomris Uyar İçin Bir Şiir Kurma Çalışması.

Kitaptaki bazı şiirleri çok sevmeme rağmen –ki bir kısmını önceden biliyordum-, bazıları da eh işte kıvamındaydı.

Yine de Turgut Uyar diyorum, İkinci Yeni seviyorsanız atlanmaması gereken isimlerden biri.

“Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı”

“Ben tam dünyaya göre
Ben tam kendime göre
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız”

“Ne kadar hüzün geçmişse dünyadan
Ne kadar acı geçmişse yaşayacağız
Hepsini yeniden, bir bir dünyada
Dünyadan ve dünyayla sana sığınırım”

“ben şimdi diyorum ki
buna inanmak gerek
bir susam gibi boyuna sulamak umutsuzluğu
ve direnmek

hep direnmek devam etmek adına”