Balkonumdaki karlar neredeyse erimişken, güncellenen sınav takvimine göre hiç tatilim yokken, çalışılması gereken dersler gün geçtikçe Everest Dağı’nı aratmazken oturup blog yazmaya karar verdim. Blog ne de olsa her zaman bizi bekleyen sanal evimiz… Öyle değil mi?
“Soğuk, çok soğuk bir kış geçirdik. Üzerime demirden bir palto
giymiş gibiydim, kaskatıydım.” *Kış Yolculuğu, s. 72
Takip ettiğim hava durumu hesapları karın geleceği müjdesini
verdiğinden beri bir gözüm pencerelerde karı bekledim. Ha yağdı ha yağacak… Tam
olarak tatmin olmasam da bu kadar yağmasını beklemiyordum. Pazar sabahı karlı
bir güne uyandım ve sonrasında aralıklarla devam etti.
Sabah kalkıp, perdeyi çekince çatılardaki karı görmek insana
mutluluk veren olaylardan biri. -Çaydanlıktan çıkan buharın da bana huzur
verdiğini fark ettim.- Karın kötü yanını yaşamadığım için, benim için sevinçli
geçen günlerdi. Kar topu oynadım, kar yağarken yürüyüş yaptım, balkonda
kaymamaya çalışarak kahve içtim…
Tabii bunlar yanıma kâr kalmadı. Ertelenen sınavlar, 10 gün olan
yarı yıl tatilinin sonuna kondu ve böylece aslında tatil ortadan kaldırılmış
oldu. İç karartıcı bir konu olduğu için bu bahsi kapatmak istiyorum.
Ders çalışırken eskiden daha çok kitap okuyordum, bu sıralarsa
daha çok izliyorum. Yemek yerken izlemeye başladığım film veya diziye sonra da
devam ediyorum. Bu durumun bir çözüme ihtiyacı var ama öncelik sıralamamda
gerilerde olduğu için biraz daha bekleyebilir.
Bahsetmek istediğim iki kitap var aslında. Öncelikle ilk defa
Ursula Le Guin okudum: Rocannon’un Dünyası. Yazarın ilk romanı olduğu için belki
de başlangıç için iyi bir seçim değildi ama Sürgün Gezegen’i indirimden
almıştım, Hainish Cycle serisinin ikinci kitabı olduğunu bilmeden. Aslında
bağımsız da okunabilecek bir seriymiş ama ilk iki kitabını art arda okumak
istedim -manasız bir istek-. Sınav döneminde başka bir evrene geçme isteğiyle kitaba başladım. Belki de bu yüzden hayal kırıklığına uğradım. Aslında
kurguda, yaratılan evrende ve türlerde sorun yok; hatta bu kadar kısa bir
kitapta yeni bir dünya yaratıp okuyucuya anlaşılır bir şekilde aktarabilmek
takdire şayan ama bu durum kitabın içine girebilmemi engelledi. Karakterlerin
iç dünyalarına pek değinilmediği, hep olayların olduğu ve betimlemelerin de yetersiz
olduğu bir kitapta kendine yer bulabilmek ve bağlanabilmek zor.
Sözünü ettiğim diğer kitabı ise şu an okuyorum: Kış Yolculuğu.
Selçuk Baran daha önce okumamıştım, neden okumamışsam. İstiklal YKY’den alırken,
görevli seveceğimi düşündüğü Ian McEwan’ın Hamamböceği kitabını da önermişti.
YKY’deki kitap öneren çalışanları çok seviyorum, kitaplar hakkında bilgisi
olmayan, ruhsuz çalışanlardan sonra ilaç gibi geliyorlar. Ben de çoğu zaman
önerdiklerini de alıyorum. -Konuyu dağıttım, kafam gibi cümlelerim de dağınık.-
Kış Yolculuğu’nın ilk iki hikayesini okudum zaten toplamda üç hikayeden
oluşuyor. Yazarın kalemini beğenmenin yanında öykülerindeki sakin hüznü de
sevdim. İncelikli, kırıp dökmeyen ama yine de hissedilen... Uzun zamandır böyle beğendiğim bir hikaye kitabı okumamıştım.
Size de seveceğiniz kitaplarla dolu, sevinçli günler diliyorum.