24 Eylül 2015 Perşembe

AYLAK ZEVKLER KİTABI - DAN KIERAN & TOM HODGKINSON



Aylak Zevkler Kitabı arkadaşımın bana geçmiş doğum günü hediyesi. Geçmiş çünkü anca üç ay sonra görüşebildik. İsmi mi ilginç geldi yoksa bana uyacağını mı düşündü bilinmez ama beni çok mutlu etti.

Kitap aylak zevklerin bir listesini yapmış. 99 maddelik bu liste ‘banyo yapmak, ateşle oynamak, otobüsün üst katında koltuğu arkaya yaslamak, sabahlık, mektup yazmak, iskambil kağıtlarından ev yapmak’ gibi başlıklardan oluşuyor.

Aylak zevklerden birisi: boyamak.

Yazara göre kitabın amacı hayattaki en güzel şeylerin bedava olduğunu kanıtlamakmış. Ateşle oynarken böyle bir an için saklanan 25 yıllık o muhteşem malt viskiden içmek pek bedava olmasa gerek.

Küçük ayrıntıları görmezden gelirsek kitap güzel. Günlük hayatta sıklıkla yapıp, zevk almayı unuttuğumuz aktiviteleri hatırlatıyor.

“Aylak zevkler son derece çevre dostudur. Çevreye en az zarar veren şey hiçbir şey yapmamaktır.”

“Hiç uyumadan aralıksız sekiz saat ya da daha fazla çalışmak tam bir çılgınlık. Gittiğimiz her yere yastığımızı da götürmeliyiz.” 
 
“Bir de geçen gün muhteşem bir şey icat edildiğini duydum. Dünyanın diğer ucundaki biriyle istediğiniz zaman konuşmanızı sağlıyormuş. Hem de konuşmanız boyunca araya çeşitli markaların isimlerini sıkıştırmaya çalışmıyormuş! Bu icadın adı mektuplaşmak.”

20 Eylül 2015 Pazar

SEKİZ - KATHERINE NEVILLE


Satrancı pek bilmememe rağmen keyifle okuduğum bir kitaptı. Son bölümleri daha akıcıydı diyebilirim. Bunun sebebi ilk yarıyı okurken sürekli ara verip, yeni kitaplara başlamam da olabilir.

Bazen araya Ot'da katmalı

Olayların iki zamana bölünüp Eski Fransa ve günümüzü anlatması romanın en güzel yanlarından biri. Karakterlerin arasında dönemin önde gelen isimleri de var. Napolyon, Robespierre, Talleyrand, Rousseau gibi.

Bu kitabın ihtiyacı neydi, biliyor musunuz? Aksiyon, aksiyon, aksiyon! Olaylar çok kolay çözüldü ve sonu çok basitti. Konunun ilginçliğiyle bu açıklar kapanmamış, kapanamamış.


Yazarın Türkçeye çevrilmiş tek kitabı Sekiz sanırım. Diğer kitaplarına da şans verebilirim. 


16 Eylül 2015 Çarşamba

SUSKUNLAR - LORENZO CARCATERRA


Filmini veya dizisini izlemedim. Konu hakkında hiçbir fikrim olmadan ve önyargısız olarak kitaba başladım.

Böyle rahatsız edici bir konu, ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. Rahatsız ediciliği gerçekliğinden kaynaklanmakta. Gözümüz kapalı yaşadığımız için, biraz aralanıp görmeye başlayınca hemen kapamaya çalışıyoruz. Gerçekleri görmezden gelmek, onları yok etmiyor maalesef ki.

Kitap işaretlenesi cümlelerle dolu. Bazıları: 
“Yetişkinlere ait bir dünyada büyüyüp ayakta kaldım ama benim endişelerim, büyümekte olan bir çocuğunkilerdi.”

“İçlerinde tek bir kitabın bile olmadığı evler arasında yaşar ama yerel kütüphanedeki bütün macera romanlarını okurdum. Yaşıtım pek çok çocuk gibi, kendime ait bir dünya yaratmış ve onu kitaplar, spor, filmler ve televizyon aracılığıyla tanıdığım insanla doldurmuştum. Kurmaca karakterler bana sanki onları her gün görüyormuşum gibi tanıdık gelirdi. Benim dünyamda, sadece kendim gibi olanlara yer vardı.”

“İnsanlar okumanın bir zaman kaybı olduğuna inanıyordu. Seni okurken gördüklerinde, yapacak başka bir işin olmadığını düşünürler, tembel damgasını yapıştırıverirlerdi.”

 “Korkunun yolunu bulması ve özenle inşa edilmiş zırhtan içeri sızması yalnızca bir an alıyor. Ve korku bir kere içinize sızdı mı artık hep orada kalıyor. İster hayatın acımasızlığıyla sertleşmiş bir suçlu, ister küçük bir çocuk olun.”

15 Eylül 2015 Salı

Yaşamdan Kareler / Burgas'da Bir Ay


Yaklaşık bir ayımı geçirdiğim Burgas/Бургас, Bulgaristan’ın yüzölçümü olarak ikinci büyük şehri/ymiş. Karadeniz’de kıyısının olması, ilimizi ön plana çıkaran nedenlerden birisi.

морска градина - Deniz Bahçesi

Puşkin'in heykeli

Neler yaptım? Bulgarca kursuna gittim. Ne kadar öğrendim orası tartışılır çünkü çok fazla antin kuntin dil bilgisi kuralı vardı.



Kalan zamanlarda gezdim. Taktım sırt çantamı, kaybolmamaya özen göstererek keşifler yaptım. Yorulunca bulduğum banka çöktüm. Burgas park, bahçe, bank işlerine ciddi önem vermiş. Adım başı oturacak yer bulabiliyorsun.





Kaybolmamaya özen göstererek dedim çünkü kursumun ilk günü kurstan dönerken kayboldum. Hocam beni kurs yerine ara sokaklardan götürmüştü, dönerken yalnızdım. Gördüğüm ilk sokağa girip “Aaa bu geldiğimize benziyor hızlıca dönerim” diye düşündüm. Siz siz olun düşünmeyin, hele ki yön duygunuz yoksa. Tüm arka sokaklar nasıl birbirine benzeyebilir? Benziyormuş.



 Anayolu bulana kadar yolda gördüğüm her Bulgar’a yer sordum. Bir ara onlarda birbirlerini durdurup sormaya başladı. Ortak fikre ulaştıktan sonra, içlerinden İngilizce bilen sayesinde yolu tarif ettiler. O doğrultuda yürürken bir Türk teyzeyle karşılaştım. Telefon konuşmamı duymuş, ona İngilizce sorunca “Türkçe konuş.”dedi. Yaşadığım sevinç anlatılamaz sanırım. Teyzeye sarılıp beni kurtar demeyi planlıyordum içimden. Sonuç olarak çıkış yolunu bulmuştum.



Şehir içinde Burgas’ın mimarisi ve çevre düzenlemesi takdire şayan. Ama aynı mimariyi apartmanlarda, bloklarda göremiyoruz.



Diğer dikkat edilesi nokta sokakların temizliği. Yerlerde çöp yok diyemem ama minimum düzeyde var. Geri dönüşüm alışkanlığı da yerleşmiş sanırsam çünkü her yerde geri dönüşüm kutuları mevcut.



Yöresel yemekleri pek az ya da benim gittiğim yerlerde yoktu. Bol bol ayran içip, yoğurt yiyorlar. Dönerciler de bir hayli kalabalık. Bazı Türk kafeleri ve restoranları da şehir merkezinde bulunmakta.



Bana ilginç gelen şey, marketlerde hazır yemek bulunması ve birçok insan tarafından tercih edilmesiydi. Bir de Bulgaristan bozası. Denediğime pişman oldum diyebilirim. Tadı şekerli ekmek gibiydi hatta direk şekerli ekmekti.

savaş anıtları



Bolca kahve tüketilen Burgas’da, genel olarak her şey ucuzdu. Bu da bol bol dondurma yememe neden oldu. Ciddi anlamda lezzetli ve özleyeceğim şeylerden birisi.



Dönüş günü geldiğinde, valizim hazır içimde memleket özlemi yolların kısaldığını hayal ediyordum.

Ermeni kilisesi

  

Cem Adrian ve 10. Yıl


Cem Adrian uzun zamandır dinlediğim ve bıkmadığım, bıkamadığım tek sanatçı. Sesiyle ve şarkı sözleriyle çok çok özeldir.

Sesi dağıtır ve ayağa kaldırır, beyaz ve siyahtır, fırtınadır.

Kral Çıplak programında yalnızlığı tanımlar:
"Her zaman şikayet edilebilecek ama ondan asla vazgeçemeyecek kadar büyük bir ruh hastalığı."

 Kelimeleri kullanış şekli ve tonlamasından dolayı sanırım, konuşsa bütün gün dinleyebilirim.


13 eylüle kadar konserine gidememiştim. Şehrime gelmiyordu, ben onun şehirlerine gidemiyorum. Gitsem, konseri olmuyordu. Yanlış zaman, yanlış yer. 

Afişi gördüğümde hissettiğim tek şey buna gitmeliyim oldu. Gitmeliyim ve gideceğim. Zaten İstanbul'a dönüş yapacağım tarihe denk geliyordu.

İyi ki gitmişim. Onu canlı dinlememek ne büyük bir eksikliktir! Şarkıları söylemedi, adeta yaşadı, yaşattı. Ağlattı. Güldürdü. 

Çoğu zaman salonda kimsenin olmamasını istedim. İnsanlar yok olsun, gitsin, fark etmez. Sadece olmasınlar. Ben olayım. Ve Adrian. O söylesin ve ben dinleyeyim. Bencilim, paylaşamam.

Sesi... O sesi canlı dinlemelisiniz. Hissetmelisiniz. Ne kadar büyük bir aşkla söylediğini görmelisiniz. 

Hayatımda bu kadar büyük bir tutkuyla yaptığım bir şey olmadığını fark etmemi sağladı. Yok. Hiçbir şey yok. 


Konser bitti, ama hala kafamda devam ediyor. Kalkıyorum, tramvaya biniyorum, dersteyim, yemek yiyorum, yürüyorum, uyuyorum... Haykırıyor: "Tanrı aslında sever hepimizi!" 




11 Eylül 2015 Cuma

GREY - EL JAMES



Elli Ton serisinin yeni kitabının çıktığını duyduğumda, tüm yaşayananların Christian’ın ağzından özet geçileceğini düşünmüştüm. Ana’yı ilk gördüğünde ne hissetti? Kendisi hakkında ne düşünüyor? Geçmişindeki kilit noktaları hakkında daha detaylı bilgi beklemiştim belki de.

Hayır, Grey sadece birinci kitabın Christian’ın ağzından anlatılmış hali. Olayları onun açısından görmek güzeldi ama yaşananlar aynı, karakterler aynı. Yazar, yazarken pek zorlanmamış olsa gerek. Aklımdaki soru işaretlerini de giderdiğini söyleyemeyeceğim.

Hala üç kitabın özeti bir kitabın daha iyi olacağını savunuyorum. Ticari kaygıya düşmeden, her şeyi tadında bırakıp seriyle vedalaşmak daha güzel bir yol olurmuş.
Her şeye rağmen itiraf etmek gerekirse, birinci kitapla eşleştiği için İngilizce okuması daha kolay oldu. Bunu da göz ardı edemem. J

“That’s not the point. Why should you buy these for me?”
“Because I can.” I’m a very rich man Ana.


Christian’ı bir cümleyle özetleyin derseniz “because i can” derim.

E.L James ya da Erika Leonard’a bir röpartajında, gerçek hayatta Christian ile karşılaşsa ne yapacağını soruyorlar.
“Hiç durmam kaçarım.”diyor.


Ayrıca serimizin Alacakaranlık’a benzediğini düşünüyorum. Karakterler bire bir eşleşiyor. Sadece yaşanan olaylar ve karanlığın yönü biraz farklı.

"Laters baby!"