31 Aralık 2019 Salı

ÖZET 2019


2019’un sonuna geldik. İstatistikleri çıkartırken fark ettim ki bu yıl bana bir yıldan daha uzun gibi gelmiş. Sanki okuduklarımı bu yıl içinde değil de uzun zaman önce okumuş gibi hissettim. Neyse ki bitti. Bakalım Salıncak bu yıl neler yapmış?

Bloguma 111 –bununla beraber 112- post girmişim, büyük çoğunluğu kitap yorumu... Bu yıl istediğim kadar tiyatroya gidemedim, haliyle de hakkında yazamadım. Film açısından verimli bir yıldı ancak bloguma genellikle film yorumları yazmıyorum.

94 kitap okudum, toplamda 24.892 sayfa ediyorlar. Yani günde ortalama 68 sayfa okumuşum. (Ders kitaplarını katsak artar bence :D) En çok Nisan’da okumuşum: 3.207 sayfa. En az ise –bunu söylemek beni üzüyor ama- Ocak’ta… En az derken hiç demek istiyorum. Erasmus’taydım hala. Okuduğum aylardan en az olanı ise Ekim: 1.633 sayfa.



2019'da en çok görüntülenen postum Abdülmecid Efendi Köşkü İçimdeki Çocuk Sergisi olmuş.

Bu yıl aslında bir sürü dizi izledim, çoğunu da beğendim ama benim için en özeli Yeditepe İstanbul oldu. Film olarak seçim yapmak çok zor, o yüzden rastgele beğendiğim birkaç taneyi bırakayım buraya: Ulysses’ Gaze, La Meglio Gioventu, Kafernahum, Bir Zamanlar Anadolu’da

2019'a bakışım, temsili

İstatistiklerimiz bu kadardı. Genel olarak 2019’da çok fazla şey yapmadım sanki ama ruhsal olarak yıpratıcı bir yıldı. Erasmus’u bitirdim, Eskişehir – Ankara gibi güzide Anadolu kentlerimizi gezdim, yazın Ege’de biraz vakit geçirdim, bol bol Sarman’la takıldım, sitede Tekir kızımı baktım, ağaçlara sarıldım, güldüm, ağladım, şikayet ettim, hayal kurdum…

2020 Hedeflerim’i okumak isterseniz tık. Tekrar buraya yazmayayım, sadece bir madde daha ekleyeyim. Çevremdeki olumlu insan sayısı artsın, negatifliklerden etkilenmemeyi öğreneyim.

2020 güzel olsun. Mutluluk, sağlık ve şans getirsin çünkü hepimizin buna ihtiyacı var.


YANSIMA LANDE - DENİZ ERBULAK

94
Dex Kitap
424 sayfa


Realiteden uzaklaşma isteği duyduğum bugünlerde Yansıma imdadıma yetişti.

Konuyu ve yaratılan dünyayı çok başarılı bulduğumu söylemek istiyorum. Bir kitabın dünyası veya bir kitabın içine girmek gibi deyişleri hep kullanırız, Yansıma’da bu deyişler somutlaşıyor ve editör kızımız Hande’nin bakalım başına neler geliyor?

Yayınevi ortamını merak ettiğim için de kitap benim için daha ilginç olmuş olabilir.

Yansıma’da Türk mitlerinden esintiler görmek de keyifliydi. Bunu hep konuşurduk kendi aramızda, aslında masallarımızda, mitlerimizde fantastik kitaplara yansıyabilecek güzel öğeler var. Bunlar neden kullanılmıyor? Neyse, Yansıma’da okumak sevindiriciydi.

Seri üç kitaptan oluşuyor. Yakın zamanda ikincisine başlamayı düşünüyorum.

Sevgi ve kitapla kalın.

“Toplumları inandıkları şeyin saçma oluşuyla yargılayamazsın.”

“Yine o ait olmama hissini duyuyordu içinde. Ne tuhaf bir etkiydi bu. Ne vazgeçilmez. Ne korkutucu.”

“Bittiğini zannettiğin anda da bırakıyorsun zaten her şeyi,” dedi Nadven. “Sonra tekrar toparlanmak daha büyük bir cesaret gerektiriyor.”



30 Aralık 2019 Pazartesi

KUVÂYİ MİLLİYE - NAZIM HİKMET

93
Yapı Kredi Yayınları
226 sayfa

Bu yaz Bilge bize geldiğinde Nazım’ın Kuvâyi Milliye’sini okumadığımızı fark ettik. Beraber okumaya karar verdik.

Kitaba başlamamız kışı buldu ama olsun. Hemen bir özlü sözümüzü hatırlayalım: Geç olsun güç olmasın.

Elimizdeki kitap 4 bölümden oluşuyor: Kuvâyi Milliye, Saat 21-22 Şiirleri, Dört Hapisaneden, Rubailer. Aslında içindeki çoğu şiire aşinayım, bir kısmını defalarca okumuşum.

Nazım Hikmet, sevdiğim şairlerden. Kuvâyi Milliye Destanı’nı bir bütün olarak okuduğum için mutluyum, Saat 21-22 Şiirleri’ni ise bir dönem sık sık okurdum. Şiirlerinin içindeki yaşama arzusunu ve umudu seviyorum. Umut sanki Nazım Hikmet şiirlerinde elle tutulur şekilde somutlaşıyor. En karanlık zamanlarda bile umut, yaşamak, özgürlük, gelecek güzel günler...

“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim…”

“İnsanlar, daha güzel günlere insanları taşır”

“Herhal ilerdedir
yaşanacak günlerin
en güzelleri.”



29 Aralık 2019 Pazar

İYİ AİLE YOKTUR - NİHAN KAYA

92
İthaki Yayınları
290 sayfa

İyi Aile Yoktur, Türk aile yapısının ihtiyaç duyduğu kitap bence. Yazar, Alice Miller’dan etkilenmiş ve araştırmalarının sonunda bu kitabı yazmış.

Kitabın doğru noktalara temas ettiğini ve farkındalık yaratabileceğini düşünüyorum. Çok çözüm odaklı bir kitap değil, daha çok sorunları tespit ediyor. Ayrıca İyi Aile Yoktur’daki aile kavramının içindeki baba figürü nerede diye düşünmedim değil. Twitter’ı incelediğimde yazarın kitapları bir bütün olarak yazdığı ve diğer kitabında babayı anlattığı dikkatimi çekti. Devam kitabını okuyup göreceğim. :)

Genel olarak baktığımızda kitabı sevdim ve Nihan Kaya’nın tespitlerine katılıyorum. Alıntıların, kitabı benden daha iyi anlatacağını düşünüyorum.

Sevgiyle ve kitapla kalın!

“Çocukluk bir cehennemdir.”

“En iyi anne baba bile çocuğuna zarar verir. Anne-babanın çocuğa verdiği zararı örtbas edebilmek için anne-babalık kurumsallaştırılmış ve kutsallaştırılmıştır.”

“İnsanın çocuğuyla ve genel olarak çocuklarla ilişkisiyle yüzleşmesi, kendi çocukluğuyla yüzleşmesi demektir.”

“Dünyada, öldüğünde yahut bir şekilde kaybettiğimizde varlığımızı idame ettiremeyeceğimiz kimse yoktur; kendimiz hariç. Kendimiz dışında kimseye ihtiyacımız gerçek bir ihtiyaç değil.”

“Bir insanın en olumsuz, en sağlıksız yanını gösterdiği kişi, her zaman, çocuğudur.”

“En büyük acılar genellikle insanın kendine çektirdiği acılardır. Kişi benliğindeki işkenceciden hiçbir yerde kurtulamaz.”

“Birinin bir başkası üzerinde baskı kurmasının normalize edilmesi, ailede başlıyor. Dünya realitesi, kanıksadığımız için, ne kadar yanlış olduğunu fark bile edemediğimiz hiyerarşiyle, zihinsel ve psikolojik istismarla dolu.”


28 Aralık 2019 Cumartesi

Mim: 2020 Hedeflerim



Uzun zamandır mim yapmamıştım, eğer mimlenip unuttuklarım varsa affedin, bazen unutkan ve üşengeç olabiliyorum. O halde mime bunlarla başlayayım: 2020’de daha verimli ve farkındalık sahibi olmak istiyorum.

Konuya pat diye girdim ama hemen geri sarıp başa dönelim. Sevgili Farklı Diyarlar, beni 2020 hedeflerim için mimlemiş. Çok teşekkür ediyorum kendisine.


Aslında 2020’ye dair liste yapabileceğim somut hedeflerim yok. Değişen çok şey olacağını sanmamakla beraber, yeni yıl kavramının içinde yine de umut barındırdığını düşünüyorum.

Öncelikle 2020’ye dair yapmak istediğim şey yeni ajandamı kullanmak. Sınav tarihlerini içine yazmış olsam da artık elimin altında onun olmasını istiyorum. Gerçi içine sığıp sığamayacağımdan çok emin değilim, bu yıl ilk kez Metis ajandası aldım. Teması kitap… “Ya Kebikeç!”in böceklerden koruma özelliği dışında sahiplerini de koruyacağına inanmak istiyorum.


Kitap demişken, daha çok kitap okumak istediğimi belirtmem gerek. Daha çok, daha nitelikli kitaplar getirsin bana 2020.

Zamanımı daha verimli planlamak istiyorum, kafamı yaptığım işe daha çok verebilmek… Doğru yolları seçebilmek ya da seçtiğim yolları kendime uygun hale getirmek…



Dediğim gibi çok bir beklentim yok. Beklentim büyük olunca, hayal kırıklığına uğruyorum ve memnun olmuyorum. 2019’dan daha iyi olmasını umut edebilirim. Daha mutlu, daha dolu dolu, daha huzurlu… Sağlık ve iyilikle sarmalansın. Bir de daha fazla kedilerle beraber olayım çünkü karamsar olduğumda bile beni mutlu ediyorlar.
(Bu kadar çok 'daha' kullanmam umarım size baygınlık geçirtmemiştir, iyi yıllar!)

Mimi, Yeditepe İstanbul’da duyduğum ve çok sevip blogumun başına da yazdığım replikle bitirmek istiyorum: “Savaşmayı ve sevmeyi sürdür. Sürdürmeyi sürdür…”



26 Aralık 2019 Perşembe

UZUNHARMANLAR'DA BİR DAVETSİZ MİSAFİR - SEZGİN KAYMAZ

91
April Yayıncılık
323 sayfa

“Sen yaşamayı mı bilmiyorsun Musa?” dedi, “Onu mu merak ediyosun? Ondan mı hep roman hep roman?” /113

Okuduğum en enteresan kitaplardan biriydi Uzunharmanlar’da Bir Davetsiz Misafir. Yazıldığı tarihi de göz önünde bulundurmak lazım: 1997.

Kitabı çok sevdim! Belki böyle bir kitap okumaya ihtiyacım olduğundan, konusundan ya da akıcılığından dolayı… Bir sürü neden sayabilirim burada.

Dili çok akıcı Sezgin Kaymaz’ın. Final haftam olmasına rağmen iki günde bitirdim. Konu merak unsuruyla sizi sarıp sarmalıyor ve sürüklüyor. Ayrıca çay içme isteği uyandırıyor çünkü kahramanımız Musa çay tiryakisi.

İtiraf edeyim, kitabın başında biraz korktum. Bu yüzden gündüz başlamak daha mantıklı bir hareket olabilir.

Kurguda tespit ettiğim küçük uyumsuzluklar vardı ama bence çok önemli değillerdi.

Sonuç olarak Sezgin Kaymaz’ın hikâyelerini sevdiğimi biliyordum, romanını da sevdiğimi görmüş oldum. Güzel bir dil ve konu eşittir güzel kitap, biliyorsunuz denklem kurmak önemli, özellikle de Uzunharmanlar’daysanız…

“İnsan korktuğu şeyleri düşünmeye başlayınca korkmadığı şeyleri düşünemez oluyordu. Korku, üstüne biri çıkmış ağır bir yün yorgan gibi kapanıyordu üzerine, yorganın üstünde seni boğan gene sen, dışarıda istediği kadar hava olsun, alamıyordun.” /105

“… bin türlü şey geçiyordu aklından, bin türlü şey geçince aslında hiçbir şey geçmemiş olur, sen o kafanın içini tıklım tıklım zannedersin, bomboştur…” /114

“Zaten bilemeyeceğini bildiğin bir şeyi bir türlü bilemediğin için üzülmek, zaten kaldıramayacağını bildiğin bir şeyi bir türlü kaldıramadığın için üzülmeye benzer. O da boş bu da boş.” /276



21 Aralık 2019 Cumartesi

Christmas Filmleri


Yaklaşık bir yıldır “Ne İzledim?” yazısı yazmıyordum. Baktım Christmas’a az kaldı, ee ben de bir miktar Christmas filmi izlemişim, neden bunları yazmayayım dedim ve bir neden bulamayıp şu an yazmaya başladım.


9 tane Christmas filmi izlemişim, filmlerin ortak özelliği insana mutluluk aşılayıp, her şey yoluna girer mesajı vermesi… Bu dönem biraz da bu filmlerle hayata tutunmuş olabilirim. Çok daha fazla izlemek isterdim ancak sınav zamanı geldi çattı; okunacak kitaplar, notlar, pratikler, slaytlar vs. var. (Buraya küçük gözyaşı damlası bırakayım)

Bakalım hangi Christmas filmlerini izlemişim:

 
The Holiday

Yaşam tarzları birbirinden farklı olsa da, dertleri benzeyen iki kadını anlatıyor. İkisi evlerini takas ediyorlar ve hikaye başlıyor. Sımsıcak bir film… Ayrıca Iris’in –Kate Winslet- evini çok beğendim.



I’ll Be Home for Christmas

Bekar bir annenin babasının Christmas’da onları ziyarete gelmesini anlatıyor. Aile filmi, çerezlik. Eh işte kategorisindeydi benim için.




Jingle All the Way

Ailesine çok vakit ayıramayan meşgul bir iş adamının sınırlı sayıda olan oyuncağı oğluna almak için verdiği çabayı anlatıyor. Film oldukça eğlenceli.




A Cinderella Story: Christmas Wish

Modern bir Cinderella uyarlaması. Normalde uyarlamaları severim ama bu biraz standartların altındaydı.




How to Grinch Stole Christmas

Şimdiye kadar bu filmi izlememe şaşırmış olabilirsiniz, neden bu kadar erteledim ben de bilmiyorum. Çok keyifliydi, izlemediyseniz sıcak çikolatalarınızı alın ve başlayın.



Klaus

Noel Baba’nın nasıl Noel Baba olduğunu anlatıyor. Son zamanlarda izlediğim en iyi animasyonlardan biri bence. “Yapılan iyilik başka bir iyiliği doğurur.”





Knight Before Christmas

Bir Ortaçağ şövalyesinin kendini günümüzde bulmasını ve yaşadıklarını anlatıyor. Film keyifliydi, erkek oyuncuyu beğendim, beklentilerimi karşıladı.




A Christmas Prince: The Royal Baby

Noel Prensi serisinin üçüncü filmi. Bu seride bir olmamışlık var ama yine de izliyorum. :D Filmin geçtiği krallık Aldovia’yı sevdiğim için izlemeye devam ediyor olabilirim.




It’s a Wonderful Life

Biraz fazla optimist bir film olsa da genel olarak sevdim. George Bailey ile empati kurabildim. “Bir insanın hayatı, birçoğunun hayatını etkiliyor. O olmayınca çevresinde kocaman bir boşluk kalıyor.”




Bonus: Dizi (Christmas temalı değil)

The Halcyon

İkinci Dünya Savaşı sırasında Londra’da bir lorda ait lüks bir oteli konu alıyor. Lordun ailesini, otelin çalışanlarını, dönemi, siyaseti ve ilişkileri anlatıyor. Eylemcan’la izledik, çok sevdik. Sadece bir sezon ve sekiz bölümden oluşuyor. Dizinin tüm bölümlerini Türkçe altyazılı bulamadık, o yüzden bir kısmını da İngilizce izledik.

🎄🎅

Evet, Christmas’a dair ben bunları izledim. Siz neler izlediniz? Önerilere açığım.



19 Aralık 2019 Perşembe

ANNE OF AVONLEA - LUCY MAUD MONTGOMERY (Anne of Green Gables #2)

90
276 sayfa


Serinin ikinci kitabını da bitirdim, yine tramvayda yolculuk ederken dinledim.

Anne of Green Gables’ın sonundan dolayı ikinci kitaba “Neler olacak? Ne değişecek?” merakıyla başladım ama maalesef Anne of Avonlea bana istediklerimi vermedi. Kitabın son bölümlerine kadar üçüncü kitabı okuyacağımdan bile emin değildim.

Anne’i sevmeme rağmen gelişmelerden çok hoşlanmadım, ikizlerin olduğu bölümler benim için sıkıcıydı.

Kitabın son bölümleri beni kendine bağladı, üçüncü kitaba dair bir umut doğurdu. Bu nedenle seriye devam edeceğim ama ikinci kitap animelerin doldurma bölümleri gibi olmuştu.

Kitapla ve sevgiyle kalın.

“There is some good in every person if you can find it.”

“You take things too much to heart, Anne. We all make mistakes… but people forget them. … Well, never mind. This day’s done and there’s new one coming tomorrow, with no mistakes in it yet…”

“Not failure but low aim is crime.”

“Anne, a broken heart in real life isn’t half as dreadful as it is in books.”

“That is one good thing about this world… there are always sure to be more springs.”

Serinin diğer kitapları:

16 Aralık 2019 Pazartesi

TATAR ÇÖLÜ - DINO BUZZATI

89
İletişim Yayınları
Çeviri: Hülya Tufan
232 sayfa


Tatar Çölü’nü arkadaşım sayesinde okudum, hepimiz sırayla okuduk ve geriye üzerine konuşmak kaldı.

Tatar Çölü’ne başta adapte olamadım, Kafka’nın –ki kendisini ne kadar severim bilirsiniz- Dava ve Şato’suna benzettim ama onların ruhunu yakalayamamış gibiydi. İlerledikçe kitabı sevdim.

Benim için Tatar Çölü bekleyiş ve umut üzerine bir roman. Unutmamalı ki umudun olduğu yerde umutsuzluk da zaten vardır. Umuda tutunmak ise bazen bir yaşama biçimidir. Tabii burada hayali bir umut ve gerçekleşmesi olası umut diye de ayırabilirim ama ne gerek var değil mi?

Alışkanlıkların insanı nasıl etkilediği, ertelemek, karar vermek ve değişim… Bunları da kitapta bulacaksınız. Verdiğimiz kararlar ve kaçırdığımız yol ayrımları hayatımızı belirliyor. Yine de sonuçta hepsi bizim seçimimiz…

Son olarak, belki çok alakası yok ama Drago’nun kaledeki zamanları Ölüyordum, Geçerken Uğradım romanındaki Nafiz’i anımsattı bana. Nafiz de benim alışkanlıklar, toplum, özgürlük korkusu gibi konular hakkında düşünmeme sebep olmuştu.

Sorgulatan kitap karakterleri iyi ki varsınız, seviyorum sizi!

“Şimdiyse buranın ölü bir sınır olduğu söyleniyor, ama unutuyorlar ki sınır her zaman sınırdır ve ne olacağı hiç belli olmaz…” /19

“Başlangıçta hep böyledir.  Yeni gelenler kazanır. Herkes için durum aynıdır, insan gerçekten güçlü olduğunu zanneder ama bu yalnızca yeni gelmiş olmanın yarattığı bir durumdur, sonunda diğerleri de sisteminizi öğrenir ve günün birinde bakarsınız hiçbir şey yapamıyorsunuz.” /72

“Hatta şu anda, içinde derin bir eziklik hissediyordu, hani yazgının en belirleyici anları, size dokunmadan burnunuzun dibinden geçip gider ve sizi solmuş yapraklardan oluşan bir burgacın ortasında bırakırlar ya, işte o yiten korkunç ama dev fırsat duygusunu hissediyordu.” /90

“Kendisini, yapayalnız eve götüren o sokaklardan, o hep aynı, hep bomboş olan sokaklardan nefret etmeye başladı.” /150

“Yine de zaman, git gide daha hızlı bir biçimde akıp gidiyordu; sessiz ritmi yaşamı parçalara ayırıyor, insan geriye göz atmak için bile duramıyordu.” /192

“İnsanın tek başına olduğu ve hiç kimseyle konuşamadığı zaman bir şeye inanması çok zordur.” /193



8 Aralık 2019 Pazar

RAHMET YOLLARI KESTİ - KEMAL TAHİR

88
İthaki Yayınları
343 sayfa


Eveet, sonunda bitirdim! Kitabın kapağını kapattım ve hemen geldim, postu yazıyorum. Bitirdiğim için mutluyum.

Rahmet Yolları Kesti, Çukurova Okumaları’nın ikinci kitabıydı. Basımı yok, bize pdf’ini yollamışlardı ama ben tesadüf üzeri girdiğim İstanbul Kitapçısı’nda kitabı buldum. Sevinerek kitaba sarıldığım için kasiyerler bana tuhaf tuhaf bakınca onlara da durumu açıklamak durumunda kaldım.

İnce Memed’i bitirince ardından hemen Rahmet Yolları Kesti’ye başladım. -Şimdi postumuzun ruh hali biraz kötüleşmeye başlayacak.- Çukurova Okumaları’nın toplantı gününe kadar kitabı yetiştiremedim. Konferansa gidemedik.

Daha önce Kemal Tahir’den Esir Şehrin İnsanları’nı okumuştum. Aklımda beğendim gibi kalmış –üzerinden çok zaman geçti-. Rahmet Yolları Kesti’den de beklentim o yöndeydi ama kitabı sevemedim.

Çukurova Okumaları için konu itibariyle doğru bir seçim olabilir: İnce Memed eşkıyalığın güzel yönüne değinirken, Rahmet Yolları Kesti kötü yönlerini anlatıyor. Olaylar Çorum’un köylerinde geçiyor. Toplumsal gerçekçilik etkisinde yazılan roman, eşkıyalık dışında, alevi kültürüne, dönemin köylüsüne, 14 yaşındaki kız çocuğunun istenebilmesine değinmiş. Karakterleri Kuru Zeynel’in kendi sözleriyle aktarmak istiyorum size: “Biz adam olmayız! Bizden adamlık ne kadar uzak…”

Ne demiştim, ben kitabı bitirdiğim için mutluyum çünkü bir ara hiç bitmeyecek gibi gelmişti –günlük hedef koyarak bitirdim, yoksa elim gitmiyordu-. Bu yıl okumakta en zorlandığım kitap olabilir. Konu hiç ilerlemiyor, dilden kaynaklanıyor olabilir bu durum. Akıcı değil. İnsanlar genelde kitaptaki diyalogları komik bulmuşlar, ben bulmadım. Bel altı konuşmalar, küfürler beni yordu. Kurgu beni şaşırtmadı, tahmin edilebilirdi.

Dönemin toplumunu iyi anlatan eserlerden olabilir belki ama bana hiç hitap etmedi.

“Bugünün silahı iki satır yazı… İster muska olsun, ister dilekçe…”


3 Aralık 2019 Salı

KARAYEL HÜZNÜ - BUKET UZUNER

87
Everest Yayınları
77 sayfa


Okula yakın bir sahaf var; eczanelerin, fotokopicilerin, kafe ve bakkalların arasına sıkışmış. Ben çok geç keşfettim, daha önce görmüş olmama rağmen girip incelememiştim. O zamanlar okulu sevmiyordum, bu durum okulun güzelliklerine de gözümü kapatmam anlamına gelmiş. Bu sene hislerim değişti, kampüs bana daha evimmiş* gibi gelmeye başladı. Lafı yine uzattım, sahafı ilk kez sevgili Cansu’yla gezdim. Sonrasında tek başıma veya arkadaşlarımla fırsat buldukça uğradım. Karayel Hüznü de bu ziyaretlerimden birinin ganimeti…

Karayel Hüznü üç hikayeden oluşuyor, ilk ikisini trende okudum: Otuz Yedi Yaş, İkizlerden Biri, Bütün K Harflerinden Uzak. Kitap adını Buket Uzuner’in Metin Altıok için yazdığı şiirden alıyor.

Uzun zamandır Buket Uzuner okumamıştım, fark ettim ki kalemini özlemişim. Trende okumanın büyüsüne de kapılmış olabilirim tabii… Yazarın ilk kez hikâye kitabını okuyorum ve başarılı buldum. Akıcı olmalarının yanı sıra, vurucu öykülerdi bunlar. Sonlarıyla beni şaşırttılar.

Yazarı sevenlere gönül rahatlığıyla tavsiye ederim. Sevgi ve kitapla kalın.

*Ev deyince, kitapla bir alakası yok, aklıma Ulysses’ Gaze filmindeki sahne (üçlemenin ilk filminin sahnesi aslında ama onu izlemedim, Ulysses’ Gaze’de de o sahne kullanılmış) geliyor hep. Ülkeler, sınırlar, aidiyet, ilişkiler… Düşünmek gerek.
“Bizim evimiz sizin evinizdir. Evimiz… Sınırı geçtik ama hala buradayız. Kaç sınır geçmesi gerek insanın evine ulaşması için?”

“Bir kadının en zengin çeyizi mesleğidir!”

“Kendimi daima her şeyin ve herkesin dışında, adamakıllı uzağında hissederdim. En yakın olduğum yer sınır çizgisiydi. Daha öteye geçemezdim.”

“En kalabalık olduğum yer kendi içimdi. Kendimle yuvarlanabildiğim en derin uçurum, içimdekiydi. Fazlalık, rahatsızlık, sıkıntı yaratmak korkusu duymadan var olabildiğim tek yer. O derin, ıssız, kendimdeki uçurum.”

“Hüznün gölgelemediği bir sevinç yaşamanın tadını hiç bilemem ben. Hiç bilmedim.”

“İnsanlar önyargısız olarak doğarlar. Yıllarca edindikleri önyargılardan tekrar kurtulmalarıysa, yeniden bir doğumu gerektirir. Kendinden doğmayı!”



28 Kasım 2019 Perşembe

KENDİ GÖK KUBBEMİZ - YAHYA KEMAL BEYATLI

86
İstanbul Fetih Cemiyeti
102 sayfa

Kendi Gök Kubbemiz, yakın dönemde okumayı planladığım kitapların içinde yoktu ama tiyatrosuna gitmeye karar verince alıp okudum.

İçinde bulunanların büyük kısmı ortaokul, lise yıllarında bize okutulmuş, aşina olduğumuz şiirler… Geriye kalanlarla da yeni tanıştım.

Tek aruz ölçüsüyle yazılmamış şiiri Ok’da Kendi Gök Kubbemiz’in içinde mevcut.

Bazı şiirleri benlik olmasa da, bir kısmını da pek sevdim.

“Çok sürse ayrılık, aradan geçse çok sene,
Biz sende olmasak bile, sen bizdesin gene.”

“Ölmek değildir ömrümüzün en feci işi,
Müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi.”



25 Kasım 2019 Pazartesi

İNCE MEMED 1 - YAŞAR KEMAL

85
Yapı Kredi Yayınları
436 sayfa

İnce Memed birkaç yıldan beri kitaplığımda bekliyordu. Çukurova Okumaları etkinliği vesilesiyle okumuş oldum. Etkinlikten kısaca bahsedecek olursam okulun Şehir ve Toplum kulübü tarafından düzenlendi ve biz de katılmaya karar verdik. Etkinlik kapsamında birkaç makale ile İnce Memed 1 ve Rahmet Yolları Kesti eserleri doğrultusunda Çukurova incelenecek.

Daha önce hiç Yaşar Kemal okumamıştım. Eylemcan seveceğimi, akıcı olduğunu söyleyip birkaç zamandır okumam için teşvik ediyordu. –Ki kitaplığımda bekleyen kitap da onun, teşekkür ederim buradan da- :D

Öncelikle Yaşar Kemal’in yaşadığı coğrafyayı çok iyi ifade ettiğini düşünüyorum. Betimlemeler ve detaylar etkileyiciydi. Konuya değinirsem, İnce Memed’in çocukluğundan başlayıp, eşkıya olmasına ve ağalığa karşı mücadele etmesine uzanan bir hikayeyi okuyoruz. Dönemin toprak ağalığı sistemine aşina olanlar daha büyük ilgiyle okuyacaklardır.

Kitabın oldukça sade bir dili var, yörenin ağzı konuşmalara yansımış. Diyaloglardaki tekrarlar da muhtemelen yörenin özelliğidir diye düşünüyorum.

Kitabı sevdim ancak karakterlerin iç dünyasına hakim olamadığımız için kitabın içine girmem çok mümkün olamadı, dışarıdan bir okuyucu olarak kaldım.  

Seriye devam etmeyi planlıyorum, umarım ki çok ara vermeden ederim.

“Dikenlidüzü, dünyanın dışında, kendine göre apayrı kanunları, töresi olan bir dünyadır.” /10

“Sarp yerlerin insanları adım atarken ayaklarını havaya fazla kaldırırlar. Dizleri hizasına kadar. Sonra ihtiyatlı, korka korka indirirler. Buna alışmışlardır. Halbuki, ova insanları tam aksinedir. Ayaklarını yerde sürürcesine giderler.” /75

“Özlem sıcacıktır. Özlem bir dost, bir sevgilidir. Sarıverir insanı sıcaklığı.” /87

“Yürüdü. Kendini bırakmıştı. Kimse farkında olmadı mı bu gidişin? Kim bilir.” /108

“Konuşan insan, öyle kolay kolay dertten ölmez. Bir insan konuşmadı da içine gömüldü müydü, sonu felakettir.” /216

“Beklemek kadar zor bir şey yok. Bekledi.” /383