2002 yapım olan L’auberge Espagnole filminin adını –sanıyorum ki-
interrail sayfasında gördüm. Bir posta yorum olarak “Erasmus’a gitmeden
İspanyol Pansiyonu’nu kesin izleyin” yazmışlardı. Eh, ben de kaçırır mıyım?
Tabii ki kaçırmam!
Konusuna çok kısa bakacak olursak, Fransa’da üniversite okuyan Xavier
adında bir öğrenci bir yıllığına İspanya’ya Erasmus için gidiyor. Amacı Maliye
Bakanlığı’nda çalışabilmek için İspanyolca öğrenmek ve İspanya hakkında biraz
bilgi sahibi olmak. Belgelerini halledip, uçağa biniyor, kalacak tam olarak bir
yerinin olmadığı Barcelona’ya doğru yola çıkıyor.
Film tanınan çevreden ayrılmanın zorluğunu, konfor alanından
çıkmayı, bulunulan yeni ve karmaşık ortama adapte olmayı çok güzel anlatmış. Kahramanımızın
filmin başında gereken belgeleri hazırlamak için gösterdiği çabayı da gerçekçi
buldum hatta daha bile zor bir süreç. Mesela, ben Erasmus Ofisi, fakülte ve fotokopiciler arasında koştururken yollar bile eskimiş olabilir.
L’auberge Espagnole benim için etkileyici, hayranlık uyandırıcı
ve sımsıcak bir filmdi. Aynı süreci şu an yaşıyor olmam da beğenmeme neden
olmuş olabilir. Gençliğin getirdiği bunalımları, geleceğin belirsizliğinin
verdiği sıkıntıyı, gitme isteğini, yurt dışında yaşamayı ve Barcelona’yı
yansıtma şeklini sevdim.
Film aslında bir üçleme, Xavier’ın Erasmus'tam dönüşüyle devam
ediyor. Bu yüzden ben de döndüğümde ikinci filmi izlemeyi planlıyorum.
Gençlik filmi seviyorsanız, tavsiye edebilirim. Erasmus’a
gidecekler ya da gitmeyi düşünenler için ise biçilmiş kaftan diyebilirim.
“Kendi kendimize ‘Gittiğime seviniyorum, güçlüyüm’ deriz ama
havaalanında düşündüm ki terk etmek o kadar da kolay değilmiş.”