14 Aralık 2018 Cuma

FANTASTIC BEASTS THE CRIMES OF GRINDELWALD THE ORIGINAL SCREENPLAY - J.K. ROWLING

60
Little, Brown
287 sayfa

Bu kitabın yorumunu kafanızda Harry Potter giriş müziğiyle okumanızı tavsiye ediyorum çünkü ben de zihnimde dinleyerek yazmaya devam ediyorum.

Yorumum biraz gecikmeli olsa da, sonunda Fantastic Beasts: The Crimes of Grindelwald’a kavuştuk. Fragmanlarını izleyip, galalarını takip ederek geçen günler nihayete ulaştı.


Kitabı yayınlandığı gün gidip aldım. Girdiğim ilk kitapçıda yoktu, diğerinde ise sadece 4 kopya ellerine ulaşmıştı. Rafa bile koymamışlar! Neyse, önemli olan benim kitabıma kavuşmamdı.

Filmi kitabı okumadan izlediğim için, okurken kendimce eksiklikleri keşfedebildim. Mesela Tina’nın - Katherine Waterson- senaryodaki duyguları aktaramadığını keşfettim. Bana Ginny ile aynı hissi veriyor. Kitaplardaki Ginny’i çok sevmeme rağmen, filmdeki Ginny bana sönük geliyor.



Belirtmeliyim ki kitap filmin birebir kopyası, senaryoyu süsleyip, çizimler ekleyip basmışlar. Kapağa ve çizimlere bayılmama rağmen, biraz fazla israf olmamış mı sorusu da aklımdan geçmedi değil.

Filmde/kitapta en sevdiğim sahneler Hogwarts’ı gördüğümüz anlar oldu. Eve dönmek gibiydi. Sinemada arkadaşım Melly ile birbirimize bakıp gülümsediğimizi hatırlıyorum. Sanıyorum ki her Harry Potter seven bu hissi yaşamıştır. (Peki kıyafetleri neden değiştirdiniz???)



Filmde neleri sevmedim? Jude Law, Dumbledore olarak seçildiği zaman bu karardan hoşlanmamıştım ve beni yanılmadı. Dumbledore’un muzip ama bilge karakterini yansıtabildiğini düşünmüyorum. (İtalyan versiyonunda Dumbledore’un adının Albus Silente olduğunu biliyor muydunuz?)Johnny Depp’in Grindelwald olmasını da istemiyordum lakin filmdeki performansını beğendim.

Filmin genel olarak aksiyon seviyesi düşüktü ve sonu beni çok tatmin etmedi.

Yine de, her şeye rağmen büyük bir heyecanla izledim ve kitabı okudum. Muhtemelen gelecekte tekrar tekrar izlemeye devam ederim…


“I can’t move against Grindelwald It has to be you.”

Not: Floransa’da altyazılı film izlemek istiyorsanız Odeon güzel bir tercih olabilir.

Not 2: Eddie Redmayne’ı çok sevdiğimden bahsetmeyi unutmuşum ama bunu zaten biliyorsunuz.



1 Aralık 2018 Cumartesi

Erasmus: Mercato di Natale



Jingle bell, jingle bell, jingle bell rock!

Yılın en sevdiğim zamanı Christmas sonunda geldi! Size küçük bir sır, Erasmus’umu güz döneminde yapmamın nedenlerden birisi de bu.


Soğuk bir gece, şal ve şapkalı insanlar, çevredeki mağazalardan yayılan sıcacık sarı ışık, sokaklardaki çam ağaçları, renkli süslemeler… Sizce de harika bir kombinasyon değil mi? Bir de kar yağdığını düşünün. Mü-kem-mel!



Bu hafta Floransa sokakları Christmas için hazırlanmaya başladı. Çeşitli ışıklar takıldı, vitrinlere çam ağaçları konuldu. Santa Croce meydanında Noel Marketi açıldı. Neler satılıyor? Şal-eldiven-bere, terlik, takı, şekerlemeler, noel ağacı süsleri, sokak yiyecekleri… 



Şimdi siz fotoğraflara bakarken, ben burada okuduğum kitaplardan bahsetmek istiyorum.



55) Elveda Sevgilim – Alyson Richman / 312 sayfa
İlk önce kitabın kapağına ve sonra Prag’da geçmesine bayıldım! Kafka sayesinde Prag benim için özel bir öneme sahip. Elveda Sevgilim, İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan bir aşkı konu alıyor. Severek okudum.

“Hiçbir zaman sohbet etmeyi seven bir insan olmamıştım. En yakın dostlarım her zaman kitaplarım olmuştu.”

“Dünyanın tüm kederlerini üstlenemezsin.”



“Gerçek aşk o kadar güçlüdür ki önüne set çekmeye çalışsanız bile onu durduramazsınız, akmaya devam eder. Ayrılıkta, hatta ölümde bile devinim ve değişim halindedir. Anılarda, bir dokunuşun hatırlattıklarında, bir kokunun uçuculuğunda, bir iç çekişin ayrıntısında yaşar. Kumdaki bir fosil, kızgın asfaltta yanan bir yaprak gibi iz bırakmaya çalışır.”

“Çünkü sevdiğimiz fakat geride bıraktığımız ve asla unutamadığımız insanlara kavuştuğumuzda  artık evimize dönmüş oluruz.”



56) Ters Yüz Şatosu – David Henry Wilson / 89 sayfa
Bana Alice Harikalar Diyarında’yı ve Hayvanlar Çiftliği’ni anımsatmasına rağmen çok sevemedim.

“En kötü cahillik türü de budur. İnsanların cahil olduklarından haberdar olmamaları.”



57) Everything Everything – Nicola Yoon / 280 sayfa
Bu yaz filmini izlemiştim. Nadir görülen hastalığı olan bu yüzden evden dışarı çıkamayan bir kızı konu alıyor. Kafa dağıtıcı, çerez. İngilizcesi de basit.

“Life is hard, honey. Everyone finds a way.”

“Everyone’s a snowflake, right? We’re all unique and complicated. We can never know the human heart.”



58) Seni Özlüyorum – Loise Douglas / 236 sayfa
Klasik bir konu olmasına rağmen sıkılmadan okudum.

“Öğrenmekten hiç vazgeçme sevgili kızım, hayatın güzelliği budur.”



59) İlk Öpücük – Julia Quinn / 146 sayfa
Aslında bir serinin devam kitabıymış ama ben seriyi okumadım. Tek kitap olarak da okunabileceğini düşünüyorum. İnce, idare eder düzeyde bir historical romans.




23 Kasım 2018 Cuma

Tiyatro: La Bastarda di Istanbul


Güneşli ama soğuk bir Floransa günüydü. 7-8 derece olan hava sıcaklığı insanın içini titretiyor ve neden beremi almadım diye vahvahlanmama neden oluyordu. Dersten çıkmış eve dönüyordum. Yolumun üzerinde olan ve genelde ilgimi çekmeyen pano duraklamama sebep oldu çünkü afişte Serra Yılmaz vardı!



Afişi arkadaşıma gönderdim, o başkasına gönderdi, o ona derken 3 Türk, 1 İtalyan ve 1 Ermeni oyunu izlemeye karar verdik.

La Bastarda di Istanbul Elif Şafak’ın Baba ve Piç romanından uyarlanmış. Kitabı henüz okumadım ama oyun İtalyanca olduğu için araştırma yaptım. Belirtmem gerekir ki tiyatro oyunu izleyecek kadar İtalyancam yok hatta neredeyse bende İtalyanca diye bir şey yok! :D

Neyse efendim, dün gece saat 9’da Teatro di Rifredi’de oyunu izledik. Tiyatroyu çok özlemişim, keşke İngilizce oyun da sahneleseler…

Baba ve Piç Elif Şafak’ın Ermeni tehcirini ve ensest ilişkiyi anlattığı kitabı. Tiyatroda böyle bir oyunu izlemek- hatta Doğu’nun hala onların toprakları olduğunu düşünen, ailesi tehciri yaşamış (ona göre soykırım) belgeleri okumak için Türkçe öğrenen bir kızla izlemek “ilginçti”.

 
(Paragraf arası notçuğu: Burada Türk siyasetine ve tarihimize dair çok fazla soruyla karşılaşıyorum. 1915 olayları ve tehcir ile soykırım arasındaki fark da bunlardan biri. Suriye politikaları, Doğu’daki olaylar, ekonomik kriz de merak edilenler listesinde başı çekiyor.)

Oyunda Sezen Aksu ve Tarkan’dan şarkılar duymak, Türk yemek isimlerinin geçmesi, arka planda görünen Beyoğlu olduğunu düşündüğüm manzara İstanbul’un burnumda tütmesine sebep oldu.

Kaynak: http://www.teatrodirifredi.it/it/stagione/spettacolo/bastarda-istanbul/

Üzülerek belirtiyorum ki, oyun esnasında kitaptan okunan parçaları pek anlayamadım, diyalogları anlama oranım ise %40 olabilir. Bu nedenle The Crimes of Grindelwald’ı bitirdikten sonra kitabı okumayı planlıyorum -Tanrı’yı güldürmek istiyorsan planlarından bahset sözünü de unutmayalım-.

Oyunun sonunda Serra Yılmaz’la tanışma fırsatı bulduk. Türkçe konuşmamıza çok şaşırdı ve burada okumamıza bir hayli sevindi. Kendisiyle fotoğraf çekilip, geceyi bitirdik.


9 Kasım 2018 Cuma

Erasmus: Siena



Herkese merhaba! Haydi şimdi Floransa’da olduğum zamanı hesaplayalım. 2 aydan 3 gün çıkartalım!

Bu postumu kütüphanede/Biblioteca delle Oblate yazıyorum. Eğer Floransa’ya gelirseniz ve harika bir Duomo manzarası görmek isterseniz, terasında kahve içmek sizin için güzel bir seçenek olabilir. Benim açımdansa, internet olduğu için önemli bir seçenek.



İnanabiliyor musunuz bilmiyorum ama hala evimde internet yok. İtalyan ev arkadaşım internet şirketini arıyor ama hep erteliyorlar. Kütüphanede ders çalışamayan ben, kütüphanelerden çıkamaz oldum. Florasa’daki mottomuz bu: Burası Survivor, burada her şey gerçek!(“Here is Italy, relaaaxxx” diyen İtalyanlar, sokaklarda idrar kokuları, yerlerde çöpler, yaya yolunda durmayan arabalar, sürekli bozulan tramvay, gelmeyen otobüsler…)






Nahoş konuları boş verip, postumuzun amacına dönelim: Siena! Floransa’dan Siena’ya trenle 1.5-2 saat gibi bir sürede ulaşmak mümkün. Şehir merkezi UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası listesine alınan şehrimiz, aslında Palio yani at yarışlarıyla ünlü ama bizim gittiğimiz tarihte yoktu.

Piazza Del Campo

piazza del campo


piazza del campo


Siena’nın ünlü meydanı bizim ilk durağımızdı.

Duomo / Santa Maria Assunta

duomo

duomo


Gördüğüm en etkileyici katedrallerden biri, mimarisi sizce de harika değil mi? Giriş ücreti 6 euro’ydu –yanlış hatırlamıyorsam-.

Fonte Gaia

fonte gaia

fonte gaia


Fotoğraflardaki kadar büyük değil, Aşk Çeşmesi boyutunda bekliyordum sanırım. :D

Palazzo Salimbei

palazzo salimbei

palazzo salimbei


14. yüzyılda inşa edilmiş olan bu bina, bugün dünyanın en eski bankalarından olan Banca Monte dei Paschi di Siena’nın merkez ofisi.

Basilica di San Francesco

san francesco

san francesco




Huzur veren bir bazilika olduğunu düşünüyorum. Siena’da okusaydım, kafamı toparlamak istediğimde içine gidip oturabilirdim.

Bunların dışında St. Cateriniana Kilisesi’ni de gezdik. 14 yüzyılda St. Catherine’in veba hastalığını iyileştirdiğine inanılırmış.





Siena’da ben çok fazla çikolatacı gördüm. Hepsi de birbirinden güzeldi. Nannini adında bir pastane keşfettik, tiramisusu lezzetliydi. Yürürken resim sergisi gözümüze çarptı, içinde kimse yoktu ama resimler gerçekten güzeldi.


Siena, bir günde gezilebilecek küçük ve sempatik bir şehir. İtalya’nın dar sokakları hoşunuza gidiyorsa, Siena sokaklarında yürümeyi seveceksiniz.




2 Kasım 2018 Cuma

ANKARA, MON AMOUR! - ŞÜKRAN YİĞİT


54
İletişim Yayınları
167 sayfa

Not: Eylül ayında ve ben hala Ankara'dayken yazılmıştır!!

Ben Ankara’yı neden seviyordum biliyor musunuz? Cevabı bu kitapla keşfettim. Okuduğum kitaplarda Ankara hep güzeldi ama okuduğum şehirle gerçek hali uyuşmadı maalesef.

Böylece Ankara’da yaşamayı sevemedim ama küçük bir ayrıntı, Ankara kitaplarda hala güzel.

Ankara, Mon Amour’u Damla sayesinde keşfettim ve Dost’da görünce hemen aldım. Reading slump döneminde olmama rağmen –bu yaz hiç bitmedi bu dönem biliyorum- kitabı oldukça keyifle okudum.

1969 ve 1980 olarak iki zaman diliminde geçen olaylar, Suna ve Emel’in küçüklüklerinden başlayıp, üniversite yıllarına doğru devam ediyor. Sıcacık bir anlatıma sahip Ankara, Mon Amour sonu bu kadar aceleye gelmeseydi daha güzel olabilirdi. İlk bölümün hatırına devamı da seviliyor.

“Her gün uyandığımda yaşadığımı, sadece yaşadığımı, varlığımdan başka hiçbir şeyi hissetmediğim o ne mutlu ne mutsuz anın hemen arkasından başlardı hayat.”

“Karşılıklı bir aşkın, aşklarını ilk kez dile getirildiği anın hemen arkasından gelen o boşluk duygusu sarmıştı içimi. Büyü bozulmuştu. Yorgundum.”

“Düşününce beklentileri ortaya çıkar insanın, beklentilerden de hayal kırıklıkları.”

“Yirmi yaşındaydık ama önümüzde kucaklanması gereken bir hayat olduğunun farkında bile değildik. Gelecekten çok yaşadıklarımız önemliydi. Yaşadığımız her an bir anı olsun istiyorduk. Biz oradaydık, vardık, önemliydik.”



20 Ekim 2018 Cumartesi

Erasmus: Floransa'da Zaman



Tam olarak 1 ay 8 gündür Floransa’dayım. Kısa göründüğünü biliyorum ama olduğundan daha uzunmuş gibi hissettiriyor. Sanki yaşadıklarım 1 ay 8 güne sığmayacak kadar fazla…

Şu an bu satırları yazarken bir kafeye oturmuş, kahve içiyorum. Erasmus biraz yalnızlık da çünkü… Farklı bir ortama girip, kendini denemek, sınırlarını görmek, düşünmek… Üzülmek ve mutlu olmak… Özleyeceğini düşünmediğin şeylerin eksikliğini çekmek… Ayrıca benim için lisans öğrencisi olduğum halde yüksek lisans dersleri almak. Bu büyük bir problem, tavsiye etmiyorum, bir haftadır 5 tane sunumu nasıl yapacağımı kara kara düşünüyorum. Erasmus yaparken, okula gitmeyip sadece gezerek dersleri geçme kavramının şehir efsanesi olduğunu belirtmek istiyorum. En azından Floransa için bu böyle, derslerde devam zorunluluğu var, çok fazla şey talep ediyorlar.

Neyse karalar bağlamayalım, geçen yazımda söz verdiğim konuya gelelim. Floransa’da nereleri gezdiğimden, nereleri gezmeniz gerektiğinden söz edecektim. Hepsini yazarsam çok uzun bir yazı olacağı için, favorilerimden başlayıp yavaş yavaş anlatmaya karar verdim. O zaman Duomo’yla başlayalım.

Duomo:


Cattedrale di Santa Maria del Fiore yani Floransa Katedrali’nin yapımına Arnolfo di Cambio tarafından 13. yüzyılda başlanmış. Son düzenlemeleri ise Filippo Brunelleschi yapmış. Katedralin hemen yanındaki sekizgen bina ise vaftizhane.



Benim içinse Duomo Floransa’nın en görkemli ve güzel yapısı. Buraya geldiğim ilk gün SIM kartı alacağım mağazayı ararken birden karşıma çıkmıştı. Öylece durup güzelliğini izlemiştim. Tam o dakikada İtalya’da olduğumu hissetmiştim.







Aslında Duomo’yu gezmiş sayılmam, sadece meydanda defalarca bulundum. İçini, çan kulesini ve vaftiz bölümünü gezmek için ayın ilk pazarını bekliyorum. Bildiğiniz üzere, her ayın ilk Pazar günü burada müzeler bedava. Harika bir uygulama çünkü müze girişleri ucuz değil maalesef.

Piazza delle Signoria:



Signoria Meydanı’da en sevdiğim yerlerden biri. Oturup, heykelleri izlemek beni dinlendiriyor. Kendisi bir nevi açık hava müzesi gibi.



Meydanda bulunan Palazzo Vecchio 14. yüzyılda yapılmış, Medicilerin taşınmasıyla bu adı almış. Sarayın girişinde Michelangelo’nun David heykelinin kopyası ve Bardinelli’nin Herakles ise Cacus’u mevcut.


Uffizi Galerisi’nin de bu meydanda olduğunu söylemeliyim.

Galleria dell’Accademia:


İtalyanca kursuna giderken her gün önünden geçerdim. Sabahın köründe bile olan sıraya inanamazsınız! Gezmek için Ekim ayının ilk pazarını bekledim ve ben de kapının önündeki kuyruğa katıldım. Tamam, itiraf edeyim Accademia’yı David’i görmek için gezmek istiyordum. Aslında David Heykeli ilk olarak Palazzo Vecchio’nun önüne yerleştirilmiş, yıpranmasın diye Accademia’ya taşınmış.



Accedemia’da genellikle Michelangelo’nun ve Bartoli’nin eserleri mevcut. Bir bölüm ise müzik aletlerine ayrılmış.

Tarihine bakarsak, 1563 yılına kurulan Galeri Avrupa’nın resim, heykel üzerine ilk okulu olma özelliğini taşıyormuş.



Gezmesi 2.5-3 saat süren Accademia beklediğim sıraya değdi! Buradan çıkınca Palazzo Piti’yi gezme fırsatı da buldum ama o da başka bir postun konusu olsun. :)