28 Şubat 2018 Çarşamba

HUZURSUZLUK - ZÜLFÜ LİVANELİ


10
Doğan Kitap
154 sayfa


Huzursuzluk, Livaneli’den okuduğum ikinci kitap. İlki Leyla’nın Evi’ydi, beğenmiştim.

Ocak 2017’de çıkan bu kitap, ülkenin güncel sorunu olan Suriyeli göçmenleri konu alıyor. Işid’in yaptıkları, Ezidi’lerin yaşadıkları acıları, dinler arasındaki uyuşmazlıkları anlatıyor.

Okurken huzursuz hissetme durumu oluyor ama zaten huzurun olmadığı bir coğrafyada, dünyada yaşıyoruz. Yine de böyle hikayeler yazılmalı, anlatılmalı…

Kitap Mardin’de geçiyor, merak ettiğim şehirlerden biri. Eski Mardin’le bugünkü arasındaki değişikliklere de değinilmiş ve oluşan uçurum üzücüydü.

Huzursuzluk ben de yarım kalmış hissi uyandırdı, üstelik her şeyden bahsetmeye çalışılmış ama gereken derinlik verilememiş gibiydi.

Kitabın sevmediğim yönlerinden biri de şehirde yaşayıp, modern giyinen kadınların Batı özentisi şeklinde tanımlanıp eleştirilmesiydi. Diğer keşkem ise son bölümdü, olmasaydı kitap daha güzel olurdu benim için.

Huzursuzluk beklentimin altında kalsa da, savaşın sadece acı getirdiğini hatırlamak için bile okunabilir. Bir günde bitebilecek, ince bir roman.

“Asil insanların en neşeli zamanlarında bile bir hüzün vardır, daha düşük ruhlar ise en sefil zamanında bile neşelidir.”

“Bütün Orta Doğu’nun adeti budur oğlum, tarih boyunca birbirini öldürür ama aslında kendini öldürdüğünü anlamaz. Kendi kanının tadından sarhoş olur.”

“Katil olduktan sonra ha haç takmışsın boynuna, ha hilal, ne farkı var birbirinden.”





23 Şubat 2018 Cuma

ADAM VE KIZ - DENİZ ERBULAK


9
Doğan Kitap
230 sayfa

Deniz Erbulak kitabında adı bile olmayan bir adam ve kızı anlatmış bize. Bu iki karakter her yerde görebileceğiniz kadar sıradanlar ama verdikleri kararlarla aynı zamanda özeller de…

Bazen hayat aynı Orhan Veli şiiri gibi birdenbire yaşanabiliyor.

Deniz Erbulak’ın yazdığı satırlar, kelimelerindeki naiflik beni kendine çekti. Bu konuyu başka yazar yazsa, sevebilir miydim bilmiyorum. Şu sıralar ilişkilerden çok, olay içeren kitaplara daha düşkünüm.

Adam ve Kız, sakin, nazik ve genelde iç seslerden oluşan bir roman. Henüz yazarla tanışmamışsanız, çok geç kalmayın derim…


“İnsanların kendilerini zavallı göstermeyi ne kadar sevdiklerini düşündü kız. Nefret ediyordu böyle sızlanıp duran ama hayatın niye yolunda gitmediğini asıl kendine soramayan aptal insanlardan.”

“Keyfi şeyler nadiren oluyordu ve bazen fazladan bir bardak çay, fazladan daha uzun bir kahvaltı, fazladan bir insan daha, masada hoşa gidecek şeylerdi kız için.”

“Kız basit olanı seviyordu. Ya da karmaşıklaştırmayı, kalabalıklaştırmayı, içinden çıkılmaz hale getirmeyi sevmiyordu.”


“Ancak sahip olduklarını terk edebiliyordu insan. Çamaşır makinesini yahut piyanoyu. Neye sahip olduysa!”


18 Şubat 2018 Pazar

Müzikal: Günün Çorbası



İnternette oyunlara bakarken izlemek istediklerimde ya bilet kalmadığını ya da sahnelerinin çok uzakta olduğunu fark ettim. Bu yüzden gitmeye üşenmeyeceğim bir yerde –Cevahir- biletleri tükenmemiş olan Günün Çorbası’nı tercih ettim.

Müzikalle ilgili düşüncelerimden daha önce bahsetmiştim. Günün Çorbası’nın konusuna baktığımda seveceğimi düşündüysem de emin değildim.



1939 yılının New York kentinde gerçek ve ciddi haberler yapan gazete, rekabette geri kalması üzerine, ünlü bir restoranın spesiyali olan ‘günün çorbası’nın tarifini bulmaya karar veriyor ve olaylar başlıyor. Bu noktada şunu da belirtmem gerek ki aslında oyun 39 yılında Hitler’in Polonya’yı işgalini umursamayan, dedikodu haberi okumak isteyen Amerikan halkına eleştiri niteliğindeydi.



Dekorla, kostümlerle, Amerikanvari konuşmalarla kendimi o dönemde gibi hissettim. Kostümler gerçekten çok başarılıydı. Tek sorun özellikle başlangıçta seslerin flashback gibi gelmesiydi ama araştırmalarıma göre Cevahir’in ses sistemi yüzünden öyleymiş.

Oyunu izlerken çok eğlendim, esprileri bence yerinde ve komikti. Oyuncular hevesliydi, eğlenerek oynadıkları belli oluyordu. 2 saat 10 dakika boyunca sıkılmadan izledim ki müzikal söz konusu olduğunda bu benim için büyük bir başarı.



Sanırım her tiyatroya gidişimde izleyenlerden yakınıyorum ama yine yazmadan duramayacağım. Tiyatro esnasında fotoğraf ve video çekmek yasaktır diye yapılan uyarılara rağmen sürekli video çekenlere ne demeli ki? Peki ya kendi aralarında konuşanlar? İhtiyacımız olan şey saygı, en çok bunun eksikliğini çekiyoruz.

Sosyal mesajımızı da verdikten sonra, müzikal seviyorsanız izlemenizi tavsiye edip son noktayı koyuyorum.



Yazar: Todd Mueller, Hank Boland
Çevirmen: Taner Tunçay
Yönetmen: Taner Tunçay
Dekor: Tasarımı Behlüldane Tor
Kostüm: Tasarımı Nalan Alaylı

Oyuncular: Nermin Koçak Tunçay, Onur Ertaman, Ozan Uçar, Selmin Artemiz, Gözde Türker, Aykan Aydın

Fotoğraflar devtiyatro.gov.tr'den alıntıdır.

15 Şubat 2018 Perşembe

YUNUS: BİR HAYALPERESTİN ÖYKÜSÜ - SERGIO F. BAMBAREN

bir hayalperestin öyküsü

8
Pegasus Yayınları
Çeviri: Gamze Bulut
95 sayfa


Uzun zaman önce, 5 yıl gibi bir zamandan bahsediyoruz, kitapyurdu’ndan yaptığım bir siparişin yanında hediye olarak gelmişti. Geçen gün gözüme çarptı ve okumaya başladım.

95 sayfa olması, puntolarının büyüklüğü ve içinde fotoğraflar barındırması nedeniyle bir saatten daha kısa sürede biten bir kitap oldu.

Yunus Daniel Alexander’ın sörf yapmayı çok sevmesi ve en muhteşem dalgayı bulmak için yolculuğa çıkmasını konu alıyor. Bana göre konusuyla, yaşanan olaylarla Martı Jonathan Livingston’un aynısı.

Hikaye, genel olarak ders verici nitelikte. İçinde özlü sözler var ki kaçırmanız mümkün değil, bir sayfa tamamen bir söze ayrılmış ve oldukça büyük puntolu.

Ben Martı’yı daha çok beğenmiştim ama Yunus’da fena değil.

“Yalnızca bir kere yaşayacağını unutma, Michael. Korkularının hayallerinin önünde durmasına izin verme.”

“Yaşamda öyle bir zaman gelir ki, kendi yoluna gitmekten başka yapacak bir şeyin yoktur. Bu, hayallerinin peşine düşme zamanıdır.”

“Çoğumuz başarısızlıklarımızın üstesinden gelmeye hazırlıklı değilizdir, bu yüzden de yeteneklerimizi değerlendiremeyiz. Risk taşımayan bir şeyi savunmak kolaydır.”

“Belki sevmenin bir parçası da bırakmayı öğrenmek, hoşça kal diyeceğin zamanı bilmektir… Hislerimizin, sonuçta büyük olasılıkla değer verdiğimiz kişiler için daha iyi olacak şeyler karşısında birer engel olmasına izin vermek değil.”

“Sonuçta, yaşamdaki asıl mücadele, kendi içindeki sınırları aşmak ve onları, asla hayal bile edemeyeceğin yerlere kadar zorlamaktır.”


“Şunu asla unutma: Tam vazgeçmek üzere olduğunda, yaşam sana çok katı davranıyormuş gibi geldiğinde, kim olduğunu hatırla. Hayalini hatırla.”


10 Şubat 2018 Cumartesi

Yaşamdan Kareler: Kırklareli Atatürk Evi


Yılın ilk yaşamdan kareler yazısıyla merhaba! Açılışı memleketimden yapalım dedim ve geçenlerde gezdiğim Atatürk Evi’ni sizinle paylaşmaya karar verdim.

Kırklareli Yayla Mahallesi’nde tamamen halkın desteğiyle yapılan bu ev, Atatürk’ün Selanik’te doğduğu evin aynısı.



Memlekete her gidip gelişimde yapım aşamasında olan bina tamamlanmış ve açılmış. Yarımken içinin nasıl olacağını merak ederdik ve benim gönlüm kütüphane olmasından yanaydı. Yanlış tahmin etmişim, içi Atatürk’ün Kırklareli’ndeyken kullandığı eşyalar, diğer illerden getirilenler ve bağışlananlardan oluşuyor.

Görevlinin söylediğine göre %80’i Atatürk’ün eşyalarıymış.


Yeni açıldığı için girişinde kuyruk oluşuyor. İçeriye sadece 20 kişi alınıyor. Şimdilik biletsiz ama ilerde nasıl olur bilemiyorum.

Ben gezdim, çok beğendim. Atatürk’ü ne kadar anarsak az. Fikirlerini, felsefesini yeni nesile anlatmak, öğretmek, göstermek lazım. Okumak, okutmak gerek.



Evi daha detaylı görmek isterseniz, şuradan videoyu izleyebilirsiniz. Ayrıca aynı sokakta Ali Rıza Efendi Kent Kültür Evi ile Atatürk’ün konuşma yaptığı ev olan İl Özel İdaresi Kültür ve Sanat Evi mevcut. Böylece Kırklareli’yi ve Trakya yöresini daha iyi tanıyabilirsiniz. 


7 Şubat 2018 Çarşamba

HURIN'İN ÇOCUKLARI - J.R.R. TOLKIEN


7
İthaki Yayınları
Çeviri: Niran Elçi
354 sayfa


Hurin’in Çocukları en hızlı okuduğum Tolkien kitabı oldu. Belki nedeni yazarın diline alışmış olmam belki de diğerlerine oranla daha kısa olması… Çok emin değilim.

Silmarillion’u okuyanlar Hurin’in Çocukları’nın hikayesine aşina olmalılar çünkü bir bölümünde Turin’in hikayesini konu almıştı. Bu kitap ise o bölümün uzatılmış ve daha detaylı hali.

Tolkien öldükten sonra oğlu Cristopher Tolkien tarafından derlenmiş.

Savaş, fantastik bir evrende olsa bile acı ve yıkım getiriyor. Hurin’in iki çocuğu Turin ve Nienor bu acıdan daha büyük bir pay alıyorlar. Hikayeleri Orta Dünya’nın en hüzünlü hikayesi olabilir.

Kitabın konusunu en güzel özetleyen söz Thingol’un başkumandanı Mablung’a ait: “Hakikat şu ki, Hurin’in soydaşları cesaret eksikliğinden değil, tavsiye dinlemedikleri için keder getiriyor başkalarına!”

Kısaca Tolkien okumalarıma değinecek olursam, yıllar önce Roverandum’u okumuştum. Bu yaz Silmarillion’la Orta Dünya’ya giriş yaptım, Hobbit'i ve Yüzüklerin Efendisi üçlemesini okudum ve Hurin’in Çocukları’yla devam ettim. Elimde ise henüz okumadığım Bitmemiş Öyküler ve Peri Masalları Üzerine kitapları var.

Keyifli okumalar dilerim. 📚

“Ama tırmanmak zordur ve yüksek yerlerden düşmek kolaydır.”

“Sahte umutlar, korkulardan daha tehlikelidir.”

“Kaderin adında değil, sende saklı.”


“… bir erkek savaşı sevebilir, ama pek çok başka şeyden korkabilir.”