30 Haziran 2019 Pazar

AMERİKAN TANRILARI - NEIL GAIMAN

48
İthaki Yayınları
Çeviri: Niran Elçi
708 sayfa


Neil Gaiman okumayı özlemişim. En son ne zaman okudum diye blogumun tozlu arşivine göz attım, Temmuz 2018’de Yıldız Tozu’nu bitirmişim.

Amerikan Tanrıları hakkında iki görüş varmış: okuyanlar ya çok seviyor ya da nefret ediyormuş. Bilin bakalım ben hangi gruptayım? Tabii ki de sevdim, ehe!

Mitoloji okumaktan hoşlanan biri olarak keyif alacağımı biliyordum ama bu kadar akıcı olmasını beklemiyordum. Kitap boyunca tanrıları tahmin etmeye çalışmak güzeldi ve doğru bildiklerim beni sevindirdi. Bendeki basımın arkasında tanrılar sözlüğü var, okurken dönüp bakılabilir ama açıkçası ben sonda okudum.

Böyle güzel bir basımda olmamasını umduğum hatalar mevcuttu kitapta. Örneklerle açıklayayım. Çeviri hataları, mesela lakabı Türkçeye çevrilmiş kahramanın bir paragraf sonra lakabının İngilizce olması. İsim yanlışlıkları, Harry yazılacağına Henry yazılması gibi… Aşırı rahatsız olmadım ama basıma yakışmamışlardı.

Sözün özü, Amerikan Tanrıları’nı beğendim. Enteresan bir kurgusu vardı ve yolda geçen kitapları da severim.

Bu kitabı bitirmemi kahramanımız Gölge’ye adıyorum: Gölge adına!

“Geçen her saat yaralar. Sonuncusu öldürür.”

“Tanrılar ölür. Ve gerçekten öldüklerinde, yasları tutulmaz ve anılmazlar. Fikirleri öldürmek, insanları öldürmekten daha zordur, ama sonunda onlar da öldürülebilir.”

“Bütün gerçek savaşlar haklı olduklarından kesinlikle emin olan iki taraf arasında verilmiştir. Gerçekten tehlikeli insanlar, yaptıkları şeyi yalnız ve yalnız, şüpheye yer bırakmayacak şekilde doğru şey olduğu için yaptıklarına inananlardır.”


27 Haziran 2019 Perşembe

Y'OL - BİRHAN KESKİN

47
Metis Yayınları
73 sayfa


“Bir cümledir insan
arşla ferş arasında ve hep haklı
Vardım işte demek için
ömür denen cisimde saklı.”

Mezuniyetimden bahsetmiştim sizlere birkaç post önce. Bu çok sevdiğim kitap ve kedili ayraç da bana Öykü’nün mezuniyet hediyesi. Havuzlu Bahçe’de otururken beni şaşırttı ve sevindirdi.

Kuzguncuk’a gittik sonrasında. Daha önce hiç gitmemiştim, oysaki İstanbul’da beni yansıtan yerlerden biriymiş. Evleri, sokakları, kedileri, kafeleri ve bostanıyla (şehrin içinde köye dönmek gibi bir his, çok güzel)… Sevimli bir olay da oldu. Apartmanın önünde yatan bir kediyi severken, bunu gören ev sahiplerinden biri bana evdeki kedisini de gösterdi. Sıcacık bir davranıştı, içimi ısıttı.



Biliyorsunuz ki Birhan Keskin’in tüm kitaplarını okumuştum ama bu vesileyle Y’ol’u tekrar okudum. İçindeki Taş Parçaları şiirini zaten sık sık dinlerim: okula giderken, dönerken, uyumadan önce, canım ne zaman çekerse.

Kitapları tekrar okumayı ve zaman içinde değişen bakış açımla yorumlamayı seviyorum. Mesela Taygam şiiri daha anlamlı geldi bu kez bana.

Ayrıca küçük bir ayrıntı, bu sefer Y’ol’u yoldayken okudum. Memlekete dönerken, otobüste…

Birhan’ı, şiirlerini, y’olu, yolda olmayı ve okumayı seviyorum.

Teşekkürler Öykü, hediyelerin için, tekrar okumama vesile olduğun için!

Önceki Y’ol yorumum için tık.

“Her gün karşımda duran fotoğraflarına baktım. Bir kez öfkelendim her gün bir kez sordum kendime neden bu kadar bağlandın. Her gün adalet ve zalimlik üzerine düşündüm. Belki de her şey.”

“Biz iyileşmeyiz diyor İlhan
Biz iyileşmeyiz bunu bil, diyor.
Biliyordum: ağırdı
Biliyordum: çok ağrıdı
Biliyordum: adım adım”



24 Haziran 2019 Pazartesi

ŞİDDET, SİYASET VE MEDENİLİK - ETIENNE BALIBAR, AHMET İNSEL, PINAR SELEK

46
Karabasanlar İçinde Türkiye
Derleyen: Marie-Claire Caloz-Tschopp
İletişim Yayınları
80 sayfa


Kitabı geçen sene İletişim Yayınları’nın Cağaloğlu’ndaki kitapevinden almıştım. Daha önce hiç görmemiştim ve dikkatimi çekmişti.

Şiddet, Siyaset ve Medenilik 2014 yılında İstanbul’da düzenlenen Günümüz Dünyasında Şiddet, Siyaset ve Sürgün/Sürgünü Bozma konulu konferans için yayınlanmış. 3 tane makaleden oluşuyor:
1) Ahtapota Karşı Kesişen Mücadeleler: Türkiye’de Feminist ve Anti-Militarist Hareketler /Pınar Selek
2) Otoritarizm ve Şiddet: İblisleri Karşısında Türkiye / Ahmet İnsel
3) Şiddet ve Siyaset: Bazı Sorular /Etienne Balibar

En çok beğendiğim makale Pınar Selek’inki oldu. Diğerlerinde katılmadığım düşünceler de mevcuttu ama farklı bakış açıları görmek ufuk açıcı olabiliyor.

“Felsefe herkese aittir. Fikir emekçileri ve yaratıcılar sadece üniversitede yaşamazlar ve aktif olmalarına rağmen çoğu zaman görünmezdirler.”

“Modern yaşamın en derin sorunları, toplumun egemen güçlerine karşı, tarihsel mirasın, kültürün ve yaşam tekniğinin ağırlığına karşı, bireyin kendi varoluş bağımsızlığını koruma çabasından doğar.”

“Devlet savaşla kurulur, kazanılmış savaşı kurumsal olarak sürdürür, sistemleştirir; böylece savaş devletleşir.”



22 Haziran 2019 Cumartesi

EMILE - J.J. ROUSSEAU

45
“bir çocuk büyüyor”
Selis Kitaplar
Çeviri: Ülkü Akgündüz
254 sayfa


Emile, Jean-Jacques Rousseau’nun eğitim psikolojisi alanında yazdığı eseri. Hayali bir çocuk olan Emile’i ele alarak bebeklikten gençliğe kadar eğitiminin nasıl olması gerektiğini anlatıyor. Aslında bir nevi eğitim ütopyası.

Rousseau bu fikirlerini kendi hayatında pratiğe dökememiş olsa da, son bölüme gelene kadar kendisine hak verdim hatta çocuk sahibi olmadan okunması gerektiğini düşündüm. Genç Adam: Hayata Giriş bölümünü kitaptan çıkarırsak beğendiğim bir eser diyebilirim; ancak bu bölümle birlikte, kadına olan bakış açısı sakinliğimin sınırlarını zorladı. Yaşadığı dönem öyleydi, bu böyleydi, ondan bu düşünceleri normal diyebilirsiniz ama bu konuda mazeret duymak istemiyorum artık. Rousseau bile olsa, mazeretleri geçerli sayılabilse de, bu bakış açısına saygı gösteremem.

Bölüme göz atalım. Kadın ve erkeğin farklılıkları olsa da bu birinin diğerinden üstün olmadığını savunduktan sonra, konunun “Kadınlar olmazsa biz erkekler yaşayabiliriz; ancak kadınlar aynı konumda değiller.” noktasına gelmesi enteresan. Kadınların görevini de duymak ister misiniz? “Erkeklerin hoşuna gitmek, onlara faydalı olmak, kendilerini onlara sevdirmek ve saydırmak, küçükken büyütmek, büyüyünce onlara bakmak, nasihat vermek, teselli etmek, hayatı zevkli ve sevimli bir hale koymak…” Sürekli uysal ve itaatkâr olmaları gerektiğini de es geçmemeli.

Öyle bir ideal kadın resmi çizilmiş ki gülsem mi ağlasam mı bilemedim. Hani çocuğu özgür yetiştiriyorduk? Toplum tarafından kabul edilmiş roller, ah bu toplumsal roller! En acısı da şu ki 300 yıl önce yazılmış bu kitaptaki düşüncelerin, ülkemizde hala geçerli olabilmesi! Çok üzücü.

Neyse. Gelin iyi tarafına bakalım. Güzel çıkarımlar var kitapta; ailenizdeki, çevrenizdeki ve kendinizdeki bazı gerçekleri anlayabileceğiniz. Süzerek okunmalı, faydalanmalı.

“Yaratıcı’nın elinden çıkarken her şey iyidir; ama insan ne canlıların ne de eşyanın ilk haliyle kalmasına izin verir; her şeyi değiştirmek ve dönüştürmek ister.”

“Hem yaşamak yalnızca nefes almak değildir ki; işlemektir; uzuvlarımızı, kendimize özgü yanlarımızı, alışkanlıklarımızı, bize var olduğumuz hissi veren bütün donanımımızı kullanmaktır. En çok yaşayan insan en çok yıl saymış olan değil, hayatı en çok hissetmiş olandır.”

“İnsanlar! İyi kalpli olunuz; bu sizin ilk görevinizdir. Irk, din, dil gözetmeden tüm insanları seviniz.”

“Mutluluğumuzu arttırmak için çırpınırken mutsuzluğa düşüyoruz. Sadece yaşamak isteyen herkes, mutlu yaşayacak, sonuçta iyi yaşayacaktır(…)”

“Sevinç ve keder hep kol kola dolaşır ve biz onları her an bulabilir, her an kaybedebiliriz.”

“Kuruntularınızdan kurtulmadıkça cesur olamazsınız.”



20 Haziran 2019 Perşembe

SİSLİ ORMAN'IN PERİ HAYVANLARI KEDİ CHLOE - LILY SMALL

44
Artemis Çocuk
Çeviri: Seçil Ersek Ümitvar
92 sayfa

Bu kitap benim için Erasmus+dostluk+mezuniyet üçlüsü anlamına geliyor. Blogumda yazmadım ama geçenlerde mezuniyetim vardı. Aslında tam olarak mezun sayılmam, daha önümde okulda geçecek uzun yıllar var. :D Neyse, Erasmus’tan arkadaşım Canan’da mezuniyetime geldi ve bana bu tatlı kitabı almış. Neyi okuyup okumadığımdan emin olamamış, böylece Kedi Chloe’yi gördüğünde kesin okumamıştır demiş. :D Beni çok sevindiren iki hediyeden biriydi. Diğeri ise Eylemcan’ın bana aldığı Küçük Prens’li kitap kılıfıydı. Buraya hediyeleriyle mutlu bir Elif bırakayım.

Kitaba gelirsek, Sisli Orman’da yaşayan her peri hayvanının belli bir görevi var ve bizim kahramanımız Kedi Chloe de örümcek ağlarına çiy dizmek zorunda. Bir gün görevini yaparken ailesini kaybetmiş yavru bir fareyle karşılaşıyor ve olaylar gelişiyor.

Sevimli bir kitaptı. 

Not: Fotoğraftaki unicornumun adı Matilda, onu da Floransa'dan almıştım. Kendisini çok severim, Erasmus süreci boyunca yanımızdaydı :D



18 Haziran 2019 Salı

1984 - GEORGE ORWELL

43
Can Yayınları
Çeviri: Celal Üster
350 sayfa

1984, okumaya geç kaldığım bir distopya.

Neden derseniz, öncelikle yaz mevsiminde değil, kışın okumam gerekiyormuş. Bence tam bir kış kitabı. Diğer geç kalmışlığım ise şu: Distopya türünü okumaya başladığımda 1984’ü okumalıydım. Çok fazla distopya okuduğum için yeterince etkilenmediğimi düşünüyorum. Hayvan Çiftliği benim için daha vurucuydu.

Bireyselliğin olmadığı, geçmişin, şimdinin hatta geleceğin yönetildiği, düşünmenin suç olduğu bir dünya… Ürkütücü değil mi? Aynı zamanda kulağa olabilir gibi geliyor. Celal Üster’e göre 1984 geleceğe ve şimdiye uyarı niteliğinde: “Belki de, gelecek şimdi olduğunda artık çok geç olacağına ilişkin bir uyarı.”

Siz benim yaptığımı yapmayın, geç olmadan okuyun. Kitaplı günler!

“Bağlılık, düşünmemek demektir, düşünmeye gerek duymamak demektir. Bağlılık bilinçsizliktir.”

“Özgürlük, iki kere iki dört eder diyebilmektir.”

“Hiyerarşik toplumun varlığı, uzun sürede, ancak yoksulluk ve cehalete yaslanarak sürebilirdi.”

“Bazı şeyler geri gelmiyordu, insan bir daha geriye dönemiyordu. İnsanın içinde bir şeyler ölüyor, yanıp kül oluyordu.”



16 Haziran 2019 Pazar

BİR AŞK ÇARPINTISI - MARIE FORCE (Gansett Adası #1)

42
Novella Yayınları
Çeviri: Nilgün Birgül
320 sayfa

Bir Aşk Çarpıntısı pembe dizi ayarında, tam bir yaz kitabı. Ayrıca en önemli kısmını söylüyorum, olaylar bir adada geçiyor: Gansett Adası. Bu yüzden kitaba yanlı yaklaşıyor olabilirim çünkü bilirsiniz ki adaları severim.

Kitap, kötü dedikodulara maruz kalan Maddie ile adanın zengin ailesinin oğlu Mac’in tanışmasıyla başlıyor ve ilişkilerini anlatıyor. Oldukça hızlı okunuyor.

Garipsediğim yönleri de vardı tabii tüm olaylar çok kısa sürede gerçekleşiyor: yıllarca saklanan sır yeni tanınan yabancıya söyleniyor, üç günde aşk… Bir gün, bir hafta tadında yaşanıyor. Neyse mana bulmayayım çünkü aşk… Ayrıca Mac’i de sevdim.

Güzel bir çerezdi J

“Bilirsin, bazen hayat ait olduğun yeri göstermek için yoluna bazı şeyler çıkarır.” /46

13 Haziran 2019 Perşembe

JANE AUSTEN'LA ÇAY SAATİ - KIM WILSON

41
Martı Yayınları
Çeviri: Nihan Çevirgen
167 sayfa


Jane Austen’la Çay Saati’ni birkaç yıl önce kitap fuarından almıştım ama okumak için Jane’in tüm kitaplarını bitirmeyi bekledim.

Kitap Jane Austen’in yaşamında ve eserlerinde çayın yerini anlatıyor, çayın yanında yenen atıştırmalıkların tariflerini veriyor. 1800’lerdeki tarifler beni gülümsetti. Aynı zamanda yazar içeriği resimlerle, Jane’in kitap ve mektuplarından alıntılarla zenginleştirmiş.

Dönemin İngiltere’sindeki çay kültürü hakkında ilginç bilgiler de içeriyor. Mesela 1700’lerin başlarında Kraliçe Anne’in kahvaltıda çay içme adetini başlattığını biliyor muydunuz ya da “beş çayı” modasının Victoria döneminde akşam yemeklerinin giderek geç saatte yenmesiyle başladığını?

Kitabın hoşlanmadığım yönü ise Jane ile ilgili bazı cümlelerde kesinlik olmaması. “Böyle olduğunu düşünüyorum”la biten bir sürü tahmin var. Ayrıca zaman zaman aynı bilgiyi bir sürü yerde tekrarlamıştı, bu da biraz sıkıcıydı.

Jane Austen’la Çay Saati bana enteresan gelen bilgiler içerse de, okunması elzem mi derseniz, hayır değil. Ben Jane’i ve dönemin İngiltere’sini sevdiğim için keyif aldım.

“Çayın, İngilizlere özgü bir mekan ve ruh halini çağrıştırdığını söyleyebiliriz.”



10 Haziran 2019 Pazartesi

KURTLARLA KOŞAN KADINLAR - CLARISSA P. ESTES

40
Vahşi Kadın Arketipine Dair Mit ve Öyküler
Ayrıntı Yayınları
Çeviri: Hakan Atalay
542 sayfa


“Öyküler ilaçtır. İlk öykümü duyduğumdan beri onların büyüsünden kurtulamadım. Onların böyle bir gücü var; bir şey yapmamızı, olmamızı, etmemizi şart koşmazlar; sadece dinlememiz yeterlidir.”

Kurtlarla Koşan Kadınlar hakkında uzun uzun konuşulabilecek, yazılabilecek, sindirilmesi zaman alacak kitaplardan biriydi benim için. Uzun zamandır Bilge’yle okumak istiyorduk ve Nisan ayında başladık. Tam olarak bugün kitabı bitirdim ama kapağını tekrar tekrar açacağım gibi görünüyor.

Yazarımız Clarissa P. Estés bir şair, psikanalist ve cantadora yani eski öyküleri toplayıp saklayan kişi. 20 yıl boyunca öyküler toplamış ve bu kitabında psikolojik olarak incelemiş.

Kurtlarla Koşan Kadınlar 16 bölümden oluşuyor, her bölüm farklı bir konuyu ele alıyor: Erginlenme, aidiyet, yaşlanma, bilgelik, annelik, cinsellik... Kısaca insanın doğasını ele alan öyküler… Kitapta bildiğim hikayeler kadar bilmediklerim de vardı. Söylemeliyim ki bildiğim hikayelere hiç bu gözle bakmamıştım.

Kitabın dili alışana kadar biraz zorladı ama ilerledikçe ya kolaylaştı ya da ben alıştım. Akademik bir dili var. Kitabı okumak için psikanaliz konusunda da bilgi sahibi olmanın önemli olduğunu düşünüyorum. En azından Freud ve Jung’un bilinmesi gerek çünkü yazar yer yer göndermeler yapıyor, eleştirilerde bulunuyor.

Kitabı okudukça bazen çevremdeki insanların davranışlarının bazen kendi davranışlarımın temelini anladığımı hissettim. Artık masalları daha dikkatli okuyacağım.

Zaman zaman unutsak da içimizde var olan ve bize güç veren özümüzü daha sık hatırlamamız dileğiyle… Keyifli okumalar!

“Uyum göstermek, tüm kadınlar tarafından akılda tutulması gereken sarsıcı bir kavrayışa yol açar. O da şudur: Kendimiz olmamız, diğer pek çok kişi tarafından dışlanmamıza neden olur, buna karşılık başkalarının isteklerine boyun eğmemiz de kendi kendimizden sürgün edilmemize yol açar.”

“Vahşi Kadın, cesaret eden, yaratan ve yıkandır. Bütün yaratıcı eylem ve sanatları olası kılan ilksel ve buluşçu ruh odur. O, etrafımızda bir orman yaratır ve biz de hayata bu yeni ve özgün açıdan bakmaya başlarız.”

“Sevginin bir bedeli vardır. Bu bedel, cesarettir. Göreceğimiz gibi, bu bedel uzaklara gitmektir.”

“Yeni bir şeyi tekrar ekmek ve büyütmek için en iyi topraktır dip. Bu anlamda dibe vurmak, son derece acı verici olsa da, aynı zamanda tohum ekmenin zeminidir.”

“Bağımlılık, hayatı daha iyi “gösterirken”, onun içini boşaltan her şeydir.”

“Benim için yalnızlık daha çok kendimle birlikte her yere taşıdığım ve ihtiyaç duyduğumda etrafıma açtığım katlanmış bir orman gibidir.”

“Çoğu zaman başkalarını, kendimizin yaralanmış olduğumuz yerden ya da onun çok yakınından yaralarız.”

“Bütün mesele de budur… devam etmek. Bilgelik yazgımıza doğru devam etmek.”


7 Haziran 2019 Cuma

LEONARDO - LALE MÜLDÜR

39
Karakarga Yayınları
76 sayfa

Lale Müldür’ün dizeleriyle hep internette karşılaştım ama kitabını okumamıştım. Leonardo’nun arka kapağındaki alıntı da hoşuma gidince “Neden olmasın?” dedim.

Leonardo, Benoit Hamet’in çizimleriyle birleşmiş modern bir Adem-Havva hikayesi. Ahmet Ergenç’in yazdığı önsözden alıntılayacak olursam: “… Adem ve Havva’nın pastoral mutluluğuna Modern Sıkıntı’nın puslu ışıkları sızıyor. Aslında şöyle: Böyle bir pastoral mutluluk asla olmamıştır. O “modern” sıkıntı hep oradadır.”

Kitabın içindeki çizimleri çok beğendim. İlginç bir okuma oldu benim için.

“Odada bazen hiçbir şey kımıldamaz hatta ürpermez bile…
Böyle anlarda birilerinin var olduğunu bile bilmek
hatta size bakarak var olduklarını bilmek yeterli midir sizce?”

“Kar yağacakmış gibi bir duygu…
Terk edilmişim ben. Ya siz?
Mavi geniş boy bir valiz gibi terk edilmişim.
Leonardo tam zamanında terk ettin beni.
Camdan düşen ilk taştın sen, bacağa sürülen ilk yara kremi…
Leonardo terk ederken dünyayı, ne olur terk etme beni.”


5 Haziran 2019 Çarşamba

Yaşamdan Kareler: Bayram ve Diğer Şeyler


İyi bayramlar! Umarım bayramınız güzel geçiyordur.



Bayramı vesile ederek derleme bir yazı yazayım dedim. O zaman sorumuz şu: Bayramın birinci günü nasıldı? Bir klasik olarak, köye gittik. Aslında ben pek sevmem: Ev ev dolaşıp bayramlaşmayı, kalabalığı, yakınmaları, laf sokmaları, her yıl sorulan klişe soruları, üniversite mezunlarına bile iş yok muhabbetini, bir bölüm yetmedi mi hala okuyor musun göz devirmelerini… Bir sürü neden sayabilirim size.



“Ah o eski bayramlar!” sözü benim için olumlu bir anlam içermiyor bu yüzden.




Köyün güzel yanları da var tabii ki, mesela Sarman. Kendisi babaannemlere acıktıkça gelen, yemeğini yedikten sonra kendini sevdirip sonra da giden akıllı bir kızımız. Bu yıl da beni anneanne yaptı, 4 tane torun sahibi oldum! Yavruları göremedim ama eve yakın bir yerlere saklamış, gözü hep o tarafta. Yavrularını yalnız bırakamıyor.



Yeşillik, kuş sesleri, bahçe, meyveler… Doğaya saygı gösterince, o da sana cömert davranıyor. Size küçük bir bilgi, hanımelinin balı olduğunu biliyor muydunuz? Çiçeği arkasından koparınca orada balı var, çok güzel. Ben de yeni öğrendim.




Neler okuyorum? Kurtlarla Koşan Kadınlar’a devam ediyorum. Bu kitabı okumayı uzun zamandır Bilge’yle istiyorduk ve Nisan ayında başladık. Kitabın bana yeni şeyler öğrettiğini ve kendimde-çevremde gördüğüm bazı davranışların özünü anlamamı sağladığını fark ettim. Ayrıca bu sabah 1984’e başladım.



Son zamanlarda izleyip beğendiğim iki filmi de ekleyeyim buraya.

Ulysses’ Gaze

 

1995 yapım olan film Balkanlar’da geçiyor ve bölgenin sorunlarını da yansıtıyor. Yönetmeni Theo Angelopoulos ve kendisinden izlediğim ilk film. Ulysses’ Gaze, üzerine yazamayacağım kadar etkiledi beni. İzlediğim günden beri replikleri ve sahneleri aklımda dönüyor. Müzikleri de harikadır.





Güvercin

Banu Sıvacı’nın bu filmini twitterdan öğrendim ve o gün izledim. Film, Sofia Fest’ten En İyi Yönetmen ödülünü almış. Bildiğiniz üzere filmler konusunda uzman değilim, benim için önemli olan bana hissettirdiği duygular. Kendi açımdan filmi beğendim. Her insan bu düzene uygun yaratılışta değil. Sistem kanatlarımızı kesiyor ve evler kafeslere dönüyor. Beyaz perdeye iyi aktarılmıştı.



Şimdi bakınca belki de bayram için çok uygun filmler değiller. :D Filmlere uyan ruh halini tutturamazsanız, keyif alamayabilirsiniz.

Son olarak eğer fark ettiyseniz her ay yazdığım “Ne İzledim?” serime ara verdim. İzlediklerimi sinefil sayfamdan takip edebilirsiniz: kagit-salincak

Mutlu bayramlar!



3 Haziran 2019 Pazartesi

KARANLIK KÖY - GÜRGEN ÖZ

38
Yitik Ülke Yayınları
266 sayfa


ÇOK KORKTUM ARKADAŞLAR, GERÇEKTEN GERİLDİM! Benim gibi korkak biri için korku kitabı okumak niye? Kendime bunu sordum ama zaman zaman korkmayı mı seviyorum yoksa?

Son yazmam gereken cümleyle postuma başladığım günden merhaba! Dün Yaprak Öz’ün kardeşi ve aynı zamanda oyuncu olan Gürgen Öz’ün Karanlık Köy romanına başladım. Yaprak Öz’ün Şeytan Disko’sunu okumuştum hatırlarsanız ve beni korkutmamıştı, her şey yerli yerindeydi. Bu nedenle Karanlık Köy hakkında da aynı şeyi düşünüyordum.

Kitaba sabah başladım, geceye kadar biter ya da gece okumam diye düşündüm ama tabii ki planlarım sadece Tanrı’yı güldürmüş olmalı. Heyecanlı bir noktada kaldığım için kitaba gece devam ettim ve kendi kendime korktum.

Konusuna bakacak olursak, kahramanımız Murat ve kameramanı Kerem Sümela Manastırı’na belgesel çekmeye gidiyorlar. Rehberleri Serhat sayesinde, o bölgede yer alan, Karanlık Köy diye isimlendirilen, bir gecede Rumların ve Türklerin birbirini öldürdüğü terk edilmiş köyden haberleri oluyor. Belgesellerine bu köyü de eklemek istiyorlar. Olaylar gelişiyor.

Korku filmlerine aşina olanların okurken korkacağını sanmıyorum çünkü konu aslında klasik, sadece daha fazla yerel unsurlar barındırıyor.

Karanlık Köy akıcı bir roman ama Gürgen Öz’ün kalemi biraz acemi geldi bana. Diyaloglarda bir ders verme havası vardı, “abi” gibi hitapları günlük konuşmaya benzetmek için sıkça kullanmış olabilir diye düşündüm. Diğer dikkatimi çeken nokta kitapta bolca yemek yendi, yemek muhabbeti yapıldı, ülkece midemize düşkünüz. Seviyorum bu huyumuzu. :D

Karanlık Köy aynı zamanda Gezi’ye, basındaki sansüre de değinmiş. Gürgen Öz, Davranış Psikolojisi ve Farkındalık Teknikleri üzerine çalışmış ve bunun etkisini kitapta görmek mümkün.

Son satırları okuyup kapağı kapattığımda, aklımda hala soru işaretleri vardı. Net sonları daha çok seviyorum.

İşte böyle sevgili blogdaşlar, korku türü okumayı seviyorsanız şans verebilirsiniz ama alışkın olduğunuz için korkmayabilirsiniz de! Bu ikircikliğin çözümünü size bırakıyorum.

“Tarihteki kötü olayları hafızalarından silmek için insanlar yerlerine yeni şeyler uydururdu. Hurafeler, hikayeler…”

“Adeta gerçeküstü bir durum, bir anormali yaşıyoruz ama artık bu bizim normalimiz haline gelmiş, kanıksamışız yani bunu. İçinde kaybolmuşuz anlıyor musun?”