14
Doğan Kitap
198 sayfa
|
“Korunmak istemiyorum, bakılmak istemiyorum,
korunmaya ihtiyacım yok. Bırak beni, koruma, ezmeye çalışma. Çok uğraştım
bugüne dek, çok. Ben, ben olmak istiyorum, başkası değil.”
Bu yıl her ay kadın temalı bir kitap okumaya karar verdim. Şubat
ayının kitabı da Kadının Adı Yok oldu. Uzun zamandır merak ediyordum,
tereddütlerim vardı ama sürekli olumlu yorum okuyunca alıverdim.
Kitaba başladığımda “Aaa gerçekten böyle, bunları yaşadık, aynen
böyle oldu” düşünceleri içindeydim. Adı olmayan kahramanımızın çocukluğundan
ergenliğine kadar olan kısmı gerçekten beğendim. Çocukken daha kız ve erkeklere
olan farklı davranışlarla yüzleşen kahramanımız; ergenliğe girdiğinde regl
olma, bedenin değişmesi, cinsiyetini keşfetme gibi hemen hemen her kadının
yaşadığı aslında çok normal olan ama toplumun yapısı yüzünden sorun haline
gelen gerçeklerle karşılaşıyor.
Sonra büyüyor ve evlendikten sonra olan kısmı gerçekten
sevmedim. Kadın, özgür olmalı, çalışmalı, kendi ayakları üstünde durmalı, EŞİT
olmalı… ama kitapta kahramanımız bu kavramları karıştırıyor bence. Savunduğu
görüşlere göre bir hayat yaşadığını düşünmüyorum ki kendisi bana çok yüzeysel
geldi. Kalıplara isyan eden, modern kadını savunan bu kitaba “köylü gibi
davranma, kenar mahalle dilberi gibi olma” deyişleri ise hiç yakışmamıştı.
Kadınlar kendilerini bu şekilde ayırırlarsa, dünya neler yapmaz? Oysaki kahramanın
kendisi erkeklerin alkışlanıp, kadınlara kötü lakaplar takılmasına karşı… Hatta
şöyle bir cümle var: “Kadın, kadına
niçin düşman?”
Dediğim gibi kitapta terim karmaşası vardı, bana feminizm bu
değil dedirttiği yerler oldu. Özgürlük, aldatmak değildir; rahat olmak her
zaman bağımlı olmak anlamına gelmez… Uzatmayayım.
Belki karaktere bu kadar kızmazdım eğer Kadının Adı Yok mesaj
verme amacı taşımasaydı. Normal bir roman gibi okumadım bu yüzden. Dili de
oldukça sadeydi, edebi bir kitap gibi değil. Kadının yaşamına, hayatı boyunca
verdiği savaşa, katlandıklarına dair güzel noktalara değinmişti yine de…
1987’de ilk basımını yapmış kitap ve değişen çok şey olmaması insanı incitiyor. Yıl 2020, kadın hala bağımsız olmak erkeklerden daha çok çabalıyor, hala toplumsal baskıya maruz kalıyor, hala bedeninden utanması gerektiği bilinçaltına işleniyor… Üzücü.
1987’de ilk basımını yapmış kitap ve değişen çok şey olmaması insanı incitiyor. Yıl 2020, kadın hala bağımsız olmak erkeklerden daha çok çabalıyor, hala toplumsal baskıya maruz kalıyor, hala bedeninden utanması gerektiği bilinçaltına işleniyor… Üzücü.
“Evin dört duvarı arasına kapanıp, yemeyip
yedirip, giymeyip giydirip, durmadan üzülüp, mutsuz olup, korkular, acılar
içinde yaşamak mı annelik?”
“Evlilik mi bir evin yuva olmasını sağlayan şey?
Dört duvar arasına tıkılmış, birbirine yabancılaşmış, konuşacak konusu kalmamış
iki insanın birlikteliği mi yuva?”
“İnsan yaşamında eksik olanı, her şey sanıyor…”
“Kimse kimseden bir şeyler istememeli,
beklememeli. Hele hele değişmesini hiç.”
“Sen de onlardan biri olduğuna göre, onların
kurallarına uymalısın, uymazsan acı çekersin, dışlanırsın, aykırı kalırsın.
Uyarsan? Uyarsan da acı çekersin, hem de asıl acıyı çekersin. Hem de acı
çektiğini hiç anlayamadan çekersin…”