Bir süredir bloga post yazmayı düşünüyordum
ama erteliyordum, bu üşengeçliğimi kıran şey sevgili Edischar’ın yorumu oldu.
Kış bitti, sıcaklardan bunalmış bir şekilde gelecek kışı bekliyorum ve
buradayım.
Bu süreçte hayatımda değişiklikler oldu. Bütün
üniversite hayatıma -uzunca bir süre- tanık olan bloguma/blogdaşlarıma bu
haberi artık verebiliyorum: Mezun oldum! Çap yaptığım bölümü de bitirdim ve
artık okula sadece arkadaşlarımla buluşmak için gidiyorum. Mezuniyet sonrası
yaşanacaklar beni hep korkutmuştu ve şimdi kendimi haklı buluyorum; korktuğum
kadar varmış. Staja başlamak beni büyük bir karamsarlığa sürükledi, meslekte
gördüğüm kişiler adına çoğu zaman utanıyorum ve bu hep böyle mi devam edecek
merak ediyorum. İçimdeki karamsarlık, mutsuzluk ve umutsuzluk her iş gününde
büyüyor. Bu durumla pek başa çıkabildiğim söylenemez. Muhtemelen herkes gibi
alışacağım, zamanla karakterimin köşeleri törpülenecek ama bunun olmasını hiç
istemiyorum aslında. Gün içinde kendimi rahat hissettiğim tek zaman dilimi
Boncuk’la olanlar…
Dersti, sınavdı, staj arayışıydı derken
okuma hedefimde de oldukça geride kaldım. Bu durum beni üzüyor ama maalesef
kafamı okuduğum kitaba pek veremiyorum, gelecek kaygısı beni tamamen ele
geçirmiş durumda. Öyle ki bazen sadece kaygı ve stresten ibaretmişim gibi
geliyor. Bu yüzden kafa yormayan sakin diziler izliyorum. Virgin River buna
güzel bir örnek: Kendisi kitaptan uyarlama bir dizi, kitabını okumuştum ancak
dizide olaylar genelde değiştirilmiş ve uzatılmış. Karakterlerin yaşadıklarını
pek sevmiyorum ama olayların arkasında kasabayı görmek beni dinlendiriyor.
Hope’un verandasında oturup, sadece boşluğa bakmak istiyorum.
En son bitirdiğim kitap Orhan Pamuk’tan
Sessiz Ev: Okuduğum diğer Pamuk romanlarına göre değişik geldi bana. Yine bir
aile hikayesi ancak her bölüm farklı karakterlerin ağzından anlatılıyor ve
düşünceleri bilinç akışı tekniği kullanılarak yazılmış. Arka planda 80’lerin
siyasi gerilimini, zengin/fakir ikilemini işlemiş. Aşk temalı bölümleri beni
sıksa da, karakterlerin mutsuzluklarını ve iç çatışmalarını okumaktan keyif
aldım. Kitapta hiçbir karakteri tamamen sevemiyorsunuz ama aynı zamanda nefret
de edemiyorsunuz.
“Bir zamanlar dünyanın güzel bir yer olduğunu düşünürdüm, çocuktum, aptaldım.
Panjurları kapadım, sürgüyü çektim: Dünya orada kalsın.”
Hafta sonuna geldiğimiz için bu alıntıyı
gerçekleştireceğim, kendi içime çekileceğim. Belki de dış dünyadan etkilenmeyen
küçük bir kısım vardır, ne dersiniz?