31 Mart 2017 Cuma

22) KÜL DAĞI'NDAKİ KÜTÜPHANE - SCOTT HAWKINS

library at mount char

İthaki Yayınları
Çeviri: M. Boran Evren
432 sayfa


Kül Dağı’ndaki Kütüphane, Kero’nun CNR kitap fuarından aldığı kitaplardan biriydi. O bitirince kitaba talip olacağımı söylemiştim, bitirmiş. Sıra bana geldi.

Öncelikle kitabı almamızda ilk etkenin kapağı olduğunu belirtmekte fayda var. Gerçekten çok güzel tasarlanmış.

Kül Dağı’ndaki Kütüphane’yi okurken, sürekli aklıma Kafes geldi. Evet, içerik olarak benzemiyorlar ama hatırlarsanız, Kafes’te de kapağı sevip, konuyu orijinal bulmuştum buna rağmen eksik olan bir şeyler vardı. Benzer hisleri Kül Dağı’ndaki Kütüphane için de taşıyorum.

Baba’nın, evlatlık 12 çocuğunu Kütüphaneci yapmasını ve devamındaki olayları anlatan kitap havada kalmış gibiydi. Gerilim olarak tanıtılmasına rağmen ben pek gerilmedim.

Sonuç olarak, ilginç bir konuydu ama içimde çok fazla keşke kaldı. Kitap, kapağı kadar beni etkileyemedi.

İyi okumalar. 😇

“İnsan hemen her şeye uyum sağlayabiliyor.”


“Gerçek hiçbir şey hafıza kadar kusursuz olamaz…”


28 Mart 2017 Salı

21) SİVİL İTAATSİZLİK - HENRY DAVID THOREAU

walden and civil disobedience

Say Yayınları
Çeviri: Caner Turan
87 sayfa



Thoreau okuma isteğim Into the Wild filmine dayanıyor. (Bilen bilir, bu filme bayılırım –Yabana Doğru kitabını da okudum ama film daha iyiydi) Chris McCandless; Jack London, Henry David Thoreau ve Leo Tolstoy’dan etkileniyor. Bu üçlüden okumadığım Thoreau vardı.

Kitabın ilk 57 sayfası Nazım Onat’ın önsözü ve çevirmenin önsözünden oluşuyor. Sivil İtaatsizlik makalesi ise 30 sayfa sürüyor.

Sivil itaatsizliğe kavramsal olarak yaklaşmak ve Gandhi, Martin Luther King, Habermas gibi düşünürlerin açısından bakmak amacıyla önsöz benim için faydalıydı.

Thoreau 19. Yüzyılda yaşamış, köleliğe karşı, vergi vermeyerek direnmeyi seçmiş, ‘sivil itaatsizlik’ kavramını ortaya çıkaran bir filozoftur.

Makalesinde de devlet, adalet gibi kavramlar üzerine tartışıyor.

Keyifli okumalar…

Not: Yazarın Walden adlı kitabını da okumak istiyorum.

“İnsanlar sadece insan olarak değil makineler gibi her şeyleriyle devlete hizmet ederler. İnsanlar ordudur, milistir, gardiyandır, polistir, kolluk kuvvetidir.”

“Bir insan her şeyi yapamaz ama bir şeyler yapabilir ve her şeyi yapamadığı için yanlış bir şeyler yapması gerekmez.”

“Haksız bir şeyden dolayı insanları hapseden bir devletin çatısı altında, haklı bir insan için doğru yer de yine hapishanedir.”


“Devlet tüm gücünü ve otoritesini aldığı ve ona göre davrandığı bireyi daha yüksek ve bağımsız bir güç olarak tanıyana kadar, gerçekten de özgür ve aydınlanmış bir devlet olmayacak.”

kağıt salıncak, kitap yorumu

25 Mart 2017 Cumartesi

Film: Beauty and the Beast


Yönetmen: Bill Condon
2017 – ABD
Fantastik, Müzikal, Romantik
129 dk


Beauty and the Beast, bildiğimiz adıyla Güzel ve Çirkin, sevdiğim masallardan biridir. Küçükken annemden masal anlatmasını istediğimde bana seçenek sunardı ve ben de “Güzel ve Çirkin”i mütemadiyen seçerdim.


Güzel ve Çirkin’in Disney versiyonu çekileceği ve onda Emma Watson’ın oynayacağı açıklandığından beri filmi merakla bekliyordum. Emma’yı tanımam Harry Potter’la olmuştu. Hermione karakteriyle çok sevip, bağrıma basmıştım. –Buraya bir not düşeyim, geçenlerde Colonia filmini izledik ve çok beğendik, tavsiye edilir.-



Film vizyona girer girmez, Bilge’yle plan yapmaya çalıştık, saatlerimiz bir türlü uymuyordu. Bu nedenle 21 Mart’ta onlarda kaldım ve sinemaya gittik.

Bir gün evvel de -20 Mart- La La Land’ı izleyip, pek sevmemiştim. Bu nedenle müzikal olması beni biraz endişelendiriyordu.



Neyse ki, Güzel ve Çirkin aklımdaki tüm olumsuzlukları sildi. Bayılarak izledim. Emma Watson rolünün hakkını vermişti. Prens rolünde ise Dan Stevens vardı.

Böyle sevilesi filmler izleyip, kitaplar okuyunca dünya güzel bir yer haline geliyor. Bu his bende çok uzun sürmese de, yine de yaşamı çekilir kılıyor.



Filmden Mırıltılar: İzleyenler İçin
Not: Yazılar beyazdır, tarayınca görebilirsiniz.

 Çirkin Prens Belle’e kütüphanesini gösterirken:
E(ben): Cennet dedikleri bu olsa gerek.

 Film çıkışı:
B(Bilge): Elif, ben filmde ağladım.
E: Mutlu sonla biten bir filmde nasıl ağlayabilirsin?

B: Çünkü çok güzeldi.



22 Mart 2017 Çarşamba

20) KIYAMETLE SAVAŞANLAR - DENİZ ERBULAK



İthaki Yayınları
655 sayfa


Kıyametle Savaşanlar, Deniz Erbulak’tan okuduğum ilk kitap.

Daha önce Türk yazarların gerilim – bilimkurgu kitaplarını denemiştim, birçoğu beni memnun etmemişti. Ama Deniz Erbulak’la bu olumsuz görüşüm artılara yükseldi.

Kıyametle Savaşanlar beklentimin üstünde bir kitap oldu. Kurguyu sevdim, gerilim – bilimkurgu türünden bir kitapta İzmir’i Manisa’yı Spil Dağı’nı okumaya bayıldım!

Kitap genel olarak jeoloji üzerine kurulmuş, liseden hatırladığım bazı terimlerin yanında hiç bilmediklerim de vardı. Bu durum akıcılığı hiç etkilememişti, meraklanmayın hatta bir ara acaba jeoloji mi okusaydım diye düşündüm. 😆 –Bu arada Deniz Erbulak’ın jeoloji mühendisi olduğunu belireyim.-

Kıyametle Savaşanlar’da en sevdiğim karakter Rıfat oldu, ilerde bunu unutmamak için belirtmek istedim. 🙈 O beyefendi havasıyla, eski kelimeleri kullanışıyla, gizemliliğiyle favorimdi.

Keşke, ikinci kitabı da olsaydı. Severek okuyacağımdan eminim.

Eylemcan’a çok teşekkürler, beni Kıyametle Savaşanlar’la buluşturduğu için. 😍

İyi okumalar 💖

kitap, okuyorum, yorum, kağıt salıncak, gerilim


“Şu kaybolmuşluk hissini içinden atamıyordu bir türlü… ve hayatının giderek daha da acayip zıtlıklarla dolup taşmasını engelleyemiyordu bugünlerde.” /9

“Kızın bütün derdi, istemediği bir hayat dilimini bütün detaylarıyla yaşamak zorunda kalmasıydı.” /63

“Bu okulda ilelebet kalmak, kendini cehenneme zincirlemek gibiydi.” /163

“İşte asıl mesele bu zaten! Herkes işine gelene inanıyor! Çıkarlarına uyanı kabulleniyor.” /284

“İçinde bulunduğu şartları kendi mantığıyla kavrayabilen toplumlar, mücadeleyi doğru yaparlar.” /332

‘“Bazı hatıraları geride bırakmak mümkün olmuyor”… “Hele onlar hatıralardan çok travmalar haline dönüşmüşken!”’ /537


“Hatıralar, kaybedilen şeylere aitse ve her yerde insanın karşısına çıkıyorsa, ruhu keskin bir törpü gibi aşındırıp unufak ediyor!” /599


18 Mart 2017 Cumartesi

19) BABAYA MEKTUP - FRANZ KAFKA

kağıt salıncak, iş bankası

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Çeviri: Regaip Minareci
57 sayfa



Kafka okumaya Milena’ya Mektuplar’la başlamıştım. İç dünyasını anlamaya çalışmıştım. Romanlarını okurken, mektuplarıyla başlayarak doğru karar vermiş olduğumu düşündüm.

“Bu arada özünde iyi kalpli ve yumuşak bir insansın (…) ancak her çocuk iyiliği bulana kadar arama kararlılığına ve cesaretine sahip değildir.”

Şimdi diyorum ki, keşke önce Babaya Mektup’u da okusaymışım. Babasıyla arasındaki ilişki ‘iyi’ değil, biliyorum ama ruhunu bu kadar etkilemiş olduğunu düşünmemiştim.

“Huysuz, dikkatleri dağınık, söz dinlemeyen çocuklar olmuştuk, çoğunlukla içimize doğru olmak üzere aklımız sürekli kaçıştaydı.”

Kafka’nın babasına yazdığı 57 sayfalık mektubu ona hiç verememiş.

Şimdi bu mektubu okuduktan sonra, eserlerini daha iyi anladığımı düşünüyorum. Dönüşüm’deki aileyi, Dava’daki mahkemeyi, babasının Kafka üzerindeki etkisini, yabancılaşma kavramını…


“Cimrilik derin mutsuzluğun en sağlam belirtilerindendir.”

Bu mektup Kafka’yı daha iyi tanımak için, birinci ağızdan okuyabildiğimiz bir nimet. Ayrıca her ebeveynin –Kafka sevsin ya da sevmesin- bu mektubu okumasını isterdim.

“Yazdıklarımın konusu sendin, öyle ya, senin göğsüne yaslanıp yakınamayacaklarımdan yakınıyordum orada yalnızca.”

Sonuç olarak, eserlerini okudukça Kafka’yı seviyorum. Sevdikçe anlamaya çalışıyorum. Anlamaya çalıştıkça da daha çok seviyorum.


“Muhtemelen kalıtımsal olarak tembel değilim hiç, ancak yapabileceğim bana göre bir iş yoktu. Yaşadığım yerde dışlanmış, işi bitirilmiş, mahkum edilmiş, yenilgiye uğramıştım, başka bir yere kaçmaksa beni aşırı zorluyordu…”


15 Mart 2017 Çarşamba

18) BA - BİRHAN KESKİN


Metis Yayınları
47 sayfa


Ba’ya bir soru yöneltmek istiyorum: Neden bu kadar kısasın? İstanbul’a dönerken yolda bir çırpıda bitiverdi.

Birhan Keskin’i sevdiğimi biliyorsunuz. Geçenlerde verdiğim siparişle tüm kitaplarını tamamlamış oldum. Şimdiye kadar Kim Bağışlayacak Beni, Fakir Kene ve Y’ol’u okumuştum. Ba’yı da bitirdim. Geriye Soğuk Kazı kaldı. Bitmesin diye hemen ona başlamak istemiyorum. :D

Ayrıca okurken ‘Kırklar’ı gördükçe gülümsedim. Memleket be!

En sevdiklerim Eziyet, Aşk, Şubat, Ağrı, Dümen Suyu başlıklı şiirler oldu. Adını yazamadıklarımı da beğendim tabii ki :)

“Üstüne ay mavisi düşmüş bazen uzak nehir…
Dünya bana göre bazen, bazı zehir…”

“Denizler dalgalar dövdü beni, sert rüzgarlar yurt bildi zirvelerimi.
Kırıldım, söküldüm, ufalandım; döndüm bitiştim tekrar kendime
açsan, kırsan, baksan; bütün yeryüzü, her zerremde.”

“Seni kırdığım yerden beni de kırdılar,
Ben hiçbir cümleyle ağlayamam artık seni.”

“Çok şey hissediyorum senin için

Ama değil bunlar senin istediğin.”


10 Mart 2017 Cuma

Yaşamdan Kareler / Cem Adrian Konseri


Cem Adrian’ı çok sevdiğimi biliyor muydunuz? Bilmiyorsanız da artık öğrendiniz. 😇

Trump Towers’da konseri olduğunu duyunca, ders çıkışı gidelim dedik. Çağnur’la Public Finance’dan çıkıp, atladık metroya.

Aksilik ki metro sürekli arıza yüzünden duruyor. 15 dakikalık yol, çıktı iki katına.



Konser salonu(!) olarak kullandıkları alan en üst kattaydı ve abartmıyorum izdiham vardı. Sahneyi görmeyi bırakın, girişine kadar bile gidemedik. İtiş kakış, ezilmemeye çalışırken Cem geldi.

“Ben Seni Çok Sevdim” şarkısıyla başlayıp, “Mutlu Yıllar” a geçti. Biz de sesini duyuyorum yeter mantığıyla kendi kendimize söylüyoruz. Derken bu gecenin en komik anı geliyor.

Hep beraber söyleyelim: “Mutlu yıllar, mutlu yıllar sevgilim.” Tam “Sensiz kutlar…” diye devam ediyorum, baktım arkada Çağnur “Bensiz kutlar, bu gece tüm aşıklar.” şeklinde girmiş şarkıya. Aldı mı beni bir gülme, üzerimde binlerce insan, gülmeye çalışıyorum.

Ezilerek ölmeden, çıkmaya karar verdik. Alt kata inerken gördük ki konsere gidişi kapatmışlar.



Aradan bir saat geçti, belki normale dönmüştür bakalım dedik. Merdivenlerden çıkarken sahne arkadan görünüyor. Cem Adrian’ı sırt ve yan profilden görebildik, o kalabalıkta bu bile nimet gibiydi. 😍

Konser alanının girişi hala tıklım tıklımdı, biz de terasa gittik. Derken yanımızdaki sandalyeler boşaldı ve saniyesinde üstüne çıktık. Bu sefer de sadece kolunu görebildik. Bir bütün olarak kim gördü bilemiyorum. 😴



Anlamadığım şey şu ki, konserde Cem Adrian’ı sevenler kadar hatta belki daha fazla, tanımayanlar vardı. Şarkılarını bilmeyenler, çok melankolikmiş bunaldım gidelim diyenler –keşke konserin başında deselermiş-, birbirini itekleyenler… Bedava diye boş vakti olan herkes gelmiş.

Neyse ki 2015’de blogu açtığım ilk aylarda Cem Adrian’ın 10. Yıl konserine gitmiştim. Onu canlı dinlemek beni etkilemişti. Sonucunda da böyle bir yazı çıkmıştı: Cem Adrian ve 10. Yıl. Tekrar duygularımı anlatmak isterdim ama bu konserde bana ‘ezilmeden en iyi nerde dinleyebilirim’ mantığı hakimdi.

Yine de her şeye rağmen o Cem ve ben gittiğim için mutluyum.

7 Mart 2017 Salı

17) YALNIZLIK - NATALIO GRUESO


Pegasus Yayınları
Çeviri: Ceren Kıran
247 sayfa


Bir gün Bilge’yle telefonda konuşuyoruz. Bana ‘Yalnızlık’ adında bir kitap gördüğünü ve kapağını çok beğendiğini söyledi. Beraber okuyalım mı diye sordu. Okuyalım dedim. Bilge kitap sipariş ederken, iki tane Yalnızlık’ı da aldı.

Bu kitapla tanışmam böyle oldu. Bilge’yle okumaya başladık.

Yalnızlık’ı tek kelimeyle tanımlayacak olsam ‘ilginç’ derdim. Kitap birbirine bağlı hikayelerden oluşuyor. Bu hikayeler de çok orijinal karakterler barındırıyor.

Benim en sevdiğim hikaye Reçeteci oldu. Horacio Ricott bir nevi psikolog, insanların dertlerini dinliyor ve onlara uygun kitap reçetesi yazıyor. Bu karakteri biraz kitap bloglarına benzettim. Biz de farkında olmadan birbirimize kitap reçetesi yazıyoruz bence. İhtiyacı olan alıp okuyor.

“Öyle işte, ‘reçeteci’ benim, başkalarının ilaç, büyü ya da yatırım fonu reçetesi yazdığı gibi kitap reçetesi yazarım.”

Arjantin’in Sesi, Hayran, Gölün Piyanisti ve Düş Avcısı’da bayılarak okuduğum hikayelerdendi.

Gerçekle hayal gücü arasında ince bir çizgide yürüyen bu kitabı ben sevdim. Bazen kafamda soru işaretleri bıraktı, keşke bu hikayenin devamı olsa dedim ama keyifle okudum. Yalnızlık’ta zaman zaman kapitalizme karşı bir duruş vardı, hoşuma gitti. Kitabın ilk yarısını daha çok beğendiğimi de eklemeliyim.

İyi ki Bilge Yalnızlık’ı keşfetmiş. Beraber okuyarak kitabın başlığıyla bir ironi yaratmışız.

kitap, kitaplık, oyuncak

“Tekrar karşılaşacağımıza inanmasam, biz ayrılırken gelirdi ölüm.”

“Ve sevgi böylesine cömert olduğunda daima aynı yere götürür insanı, yalnızlığın kurak topraklarına.”

“Bazen hafızanın ağırlığı dayanılmazdır ve mutlu anıların mı yoksa mutsuz anıların mı daha çok içini acıttığını bilmeyen herkes hüzünlenir.”

“Vedalar daima tuhaf anlardır. O anlarda yaşananlara, bir daha tekrarlanmayacak olana duyulan özlem; o belirsiz gelecek, o andan itibaren ortaya çıkacak yeni plan ve maceralar için duyulan heyecan aynı noktada birleşir.”


“Belki de bizim zamanımızın en büyük kötülüğü de budur, herkes her şeyi yargılamaya hakkı olduğunu, olayları hiç bilmeden fikir beyan edebileceğini zanneder; tıpkı küstah bir denizcinin altında ne olduğunu bilmeden buzdağını küçümsemesi gibi.”


3 Mart 2017 Cuma

16) PALTO - NIKOLAY V. GOGOL

ayrıntı yayınları, kağıt salıncak

Ayrıntı Yayınları
Çeviri: Aslı Takanay
91 sayfa


Geçenlerde Kero’yla sohbet ederken, konu öğretmeninin hazırladığı kitap listesine gelmişti. Palto’yu okuduğundan bahsetti ve hikayeyi de anlattı.

Aradan bir buçuk ay gibi bir süre geçti. Tutunamayanlar’a başladım, Başmaçkin ismiyle karşılaştım. Bakınız sayfa 57: “Beni kızdırma! Başmaçkin ve Çiçikov derim sonra; kendine gelemezsin. Seni Dostoyevski bile kurtaramaz.”

“Eee Elif” dedim kendi kendime “madem fırsatın var, tanış Basmaçkin’le!” Kero’dan Palto’yu aldım. Sonunu da unutmuşum, keyifle başladım. Önsözü okurken ne oldu dersiniz? Sonunu öğrendim! Neden önsözde kitabın sonundan bahsedilir ki? Neyse, eğer Ayrıntı’dan tercih edecekseniz, önsözü de hikayeden sonra okuyun.

Akakiy Akakiyeviç’le tanışınca, neden Tutunamayanlar’da yer aldığını da anladım. Kendisi sıradan bir memur, ‘küçük insan’lardan.

Palto, Rusya’nın bürokratik yapısına da tanık olabileceğimiz kısa bir kitap ama beni çok etkiledi. Basmaçkin herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği bir karakter.

Ayrıntı Yayınları son söz olarak Belinski’nin Gogol’e Mektup’unu vermiş. –Tutunamayanlar’da bundan da bahsediliyor.- Belinski bu mektubu Gogol’ün Dostlarla Mektuplaşmalardan Seçilmiş Parçalar kitabı üzerine yazıyor. Gogol burada diğer eserlerindeki düşüncelerini umursamayarak Ortodoksluğu ve Çarlık düzenini ön plana çıkarmış. (bknz:sonsöz)

Palto, okumak için biraz gecikmiş olsam da sevdiğim bir eser oldu. İyi okumalar dilerim.


“’Bırakın beni! Neden bana böyle eziyet ediyorsunuz?’ (…) Hayatı boyunca bu sahne gözünün önüne geldikçe, genç adam elleriyle yüzünü kapatıp insan denilen varlığın ne kadar acımasız olabildiğini; ince, kültürlü, terbiyeli kişilerde, (Tanrım!) hatta toplum tarafından asil ve şerefli insanlar olarak kabul görmüş kişilerde bile ne kadar gaddarca bir yan olabildiği gerçeğini gördükçe, derinden sarsıldı.” /28


2 Mart 2017 Perşembe

Yaşamdan Kareler / Barış Manço Evi


Bir haftadır yazmak istediğim ama şimdi yazabildiğim posttan merhabalar hepinize!



21 Şubat Salı günü Eylemcan, dayım ve ben yollara koyulduk ve Kadıköy’e geçtik. Amacımız waffle yemekti. Uzun zaman önce, Eylemcan ve ben iddiaya girmiştik. Okuduğu kitapta 200-300 sayfa kalmıştı ve ben de ona ‘Bu gece bitirirsen sana waffle ısmarlarım.’ demiştim. Bitirdi ve biz Kadıköy’e gidene kadar aylar geçti.

Waffle deyince Moda’daki Kemal Usta’yı tek geçerim. Bu nedenle Kemal Usta dışında pek waffle yemem, yersem de çok sevmem.



Gittik, oturduk, yedik ve benim ısmarlamam suya düştü, teşekkürler dayı. :D

moda, kadıköy, kağıt salıncak, müze, gezilecek yerler

Çıkışta Barış Manço’nun Evi’nden söz açıldı. Dayım kendisini pek sever. Baktık navigasyona, çok yakınız. Gidelim dedik.



Evini daha önce kazara annemle keşfetmiştik ama pazartesi günüydü, kapalıydı. İki yıl sonra içine girebildim. :D Bilet fiyatları öğrenci için 4, yetişkin için 6 TL’ydi.



Müzede Barış Manço’nun kıyafetleri, plakları, ödülleri, koleksiyonları vardı. Oturma odası, yatak odaları, özellikle de ebeveyn banyosu harikaydı.




1943 Üsküdar doğumlu Barış Manço hakkında bilmediğim şeyleri öğrendim. Örneğin kendisinin ‘şövalye’ unvanına sahip olduğunu bilmiyordum. Hatta evinde şövalye odası da var.

Barış Manço evi
Şövalye odası


Barış Manço Evi, gezilecek yerler, müze, kağıt salıncak
Adam Olacak Çocuk odası


İlgimizi çeken detaylardan biri de üst katta duvarda asılı olan Cem Karaca’nın Barış’a Şiir’iydi.



Merdivenleri piyano gibi dizayn edilmiş evi gezdikten sonra karşıdaki kiliseye de uğradık.





Güzel bir günün sonunda, evin yolunu tuttuk.