23 Kasım 2018 Cuma

Tiyatro: La Bastarda di Istanbul


Güneşli ama soğuk bir Floransa günüydü. 7-8 derece olan hava sıcaklığı insanın içini titretiyor ve neden beremi almadım diye vahvahlanmama neden oluyordu. Dersten çıkmış eve dönüyordum. Yolumun üzerinde olan ve genelde ilgimi çekmeyen pano duraklamama sebep oldu çünkü afişte Serra Yılmaz vardı!



Afişi arkadaşıma gönderdim, o başkasına gönderdi, o ona derken 3 Türk, 1 İtalyan ve 1 Ermeni oyunu izlemeye karar verdik.

La Bastarda di Istanbul Elif Şafak’ın Baba ve Piç romanından uyarlanmış. Kitabı henüz okumadım ama oyun İtalyanca olduğu için araştırma yaptım. Belirtmem gerekir ki tiyatro oyunu izleyecek kadar İtalyancam yok hatta neredeyse bende İtalyanca diye bir şey yok! :D

Neyse efendim, dün gece saat 9’da Teatro di Rifredi’de oyunu izledik. Tiyatroyu çok özlemişim, keşke İngilizce oyun da sahneleseler…

Baba ve Piç Elif Şafak’ın Ermeni tehcirini ve ensest ilişkiyi anlattığı kitabı. Tiyatroda böyle bir oyunu izlemek- hatta Doğu’nun hala onların toprakları olduğunu düşünen, ailesi tehciri yaşamış (ona göre soykırım) belgeleri okumak için Türkçe öğrenen bir kızla izlemek “ilginçti”.

 
(Paragraf arası notçuğu: Burada Türk siyasetine ve tarihimize dair çok fazla soruyla karşılaşıyorum. 1915 olayları ve tehcir ile soykırım arasındaki fark da bunlardan biri. Suriye politikaları, Doğu’daki olaylar, ekonomik kriz de merak edilenler listesinde başı çekiyor.)

Oyunda Sezen Aksu ve Tarkan’dan şarkılar duymak, Türk yemek isimlerinin geçmesi, arka planda görünen Beyoğlu olduğunu düşündüğüm manzara İstanbul’un burnumda tütmesine sebep oldu.

Kaynak: http://www.teatrodirifredi.it/it/stagione/spettacolo/bastarda-istanbul/

Üzülerek belirtiyorum ki, oyun esnasında kitaptan okunan parçaları pek anlayamadım, diyalogları anlama oranım ise %40 olabilir. Bu nedenle The Crimes of Grindelwald’ı bitirdikten sonra kitabı okumayı planlıyorum -Tanrı’yı güldürmek istiyorsan planlarından bahset sözünü de unutmayalım-.

Oyunun sonunda Serra Yılmaz’la tanışma fırsatı bulduk. Türkçe konuşmamıza çok şaşırdı ve burada okumamıza bir hayli sevindi. Kendisiyle fotoğraf çekilip, geceyi bitirdik.


9 Kasım 2018 Cuma

Erasmus: Siena



Herkese merhaba! Haydi şimdi Floransa’da olduğum zamanı hesaplayalım. 2 aydan 3 gün çıkartalım!

Bu postumu kütüphanede/Biblioteca delle Oblate yazıyorum. Eğer Floransa’ya gelirseniz ve harika bir Duomo manzarası görmek isterseniz, terasında kahve içmek sizin için güzel bir seçenek olabilir. Benim açımdansa, internet olduğu için önemli bir seçenek.



İnanabiliyor musunuz bilmiyorum ama hala evimde internet yok. İtalyan ev arkadaşım internet şirketini arıyor ama hep erteliyorlar. Kütüphanede ders çalışamayan ben, kütüphanelerden çıkamaz oldum. Florasa’daki mottomuz bu: Burası Survivor, burada her şey gerçek!(“Here is Italy, relaaaxxx” diyen İtalyanlar, sokaklarda idrar kokuları, yerlerde çöpler, yaya yolunda durmayan arabalar, sürekli bozulan tramvay, gelmeyen otobüsler…)






Nahoş konuları boş verip, postumuzun amacına dönelim: Siena! Floransa’dan Siena’ya trenle 1.5-2 saat gibi bir sürede ulaşmak mümkün. Şehir merkezi UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası listesine alınan şehrimiz, aslında Palio yani at yarışlarıyla ünlü ama bizim gittiğimiz tarihte yoktu.

Piazza Del Campo

piazza del campo


piazza del campo


Siena’nın ünlü meydanı bizim ilk durağımızdı.

Duomo / Santa Maria Assunta

duomo

duomo


Gördüğüm en etkileyici katedrallerden biri, mimarisi sizce de harika değil mi? Giriş ücreti 6 euro’ydu –yanlış hatırlamıyorsam-.

Fonte Gaia

fonte gaia

fonte gaia


Fotoğraflardaki kadar büyük değil, Aşk Çeşmesi boyutunda bekliyordum sanırım. :D

Palazzo Salimbei

palazzo salimbei

palazzo salimbei


14. yüzyılda inşa edilmiş olan bu bina, bugün dünyanın en eski bankalarından olan Banca Monte dei Paschi di Siena’nın merkez ofisi.

Basilica di San Francesco

san francesco

san francesco




Huzur veren bir bazilika olduğunu düşünüyorum. Siena’da okusaydım, kafamı toparlamak istediğimde içine gidip oturabilirdim.

Bunların dışında St. Cateriniana Kilisesi’ni de gezdik. 14 yüzyılda St. Catherine’in veba hastalığını iyileştirdiğine inanılırmış.





Siena’da ben çok fazla çikolatacı gördüm. Hepsi de birbirinden güzeldi. Nannini adında bir pastane keşfettik, tiramisusu lezzetliydi. Yürürken resim sergisi gözümüze çarptı, içinde kimse yoktu ama resimler gerçekten güzeldi.


Siena, bir günde gezilebilecek küçük ve sempatik bir şehir. İtalya’nın dar sokakları hoşunuza gidiyorsa, Siena sokaklarında yürümeyi seveceksiniz.




2 Kasım 2018 Cuma

ANKARA, MON AMOUR! - ŞÜKRAN YİĞİT


54
İletişim Yayınları
167 sayfa

Not: Eylül ayında ve ben hala Ankara'dayken yazılmıştır!!

Ben Ankara’yı neden seviyordum biliyor musunuz? Cevabı bu kitapla keşfettim. Okuduğum kitaplarda Ankara hep güzeldi ama okuduğum şehirle gerçek hali uyuşmadı maalesef.

Böylece Ankara’da yaşamayı sevemedim ama küçük bir ayrıntı, Ankara kitaplarda hala güzel.

Ankara, Mon Amour’u Damla sayesinde keşfettim ve Dost’da görünce hemen aldım. Reading slump döneminde olmama rağmen –bu yaz hiç bitmedi bu dönem biliyorum- kitabı oldukça keyifle okudum.

1969 ve 1980 olarak iki zaman diliminde geçen olaylar, Suna ve Emel’in küçüklüklerinden başlayıp, üniversite yıllarına doğru devam ediyor. Sıcacık bir anlatıma sahip Ankara, Mon Amour sonu bu kadar aceleye gelmeseydi daha güzel olabilirdi. İlk bölümün hatırına devamı da seviliyor.

“Her gün uyandığımda yaşadığımı, sadece yaşadığımı, varlığımdan başka hiçbir şeyi hissetmediğim o ne mutlu ne mutsuz anın hemen arkasından başlardı hayat.”

“Karşılıklı bir aşkın, aşklarını ilk kez dile getirildiği anın hemen arkasından gelen o boşluk duygusu sarmıştı içimi. Büyü bozulmuştu. Yorgundum.”

“Düşününce beklentileri ortaya çıkar insanın, beklentilerden de hayal kırıklıkları.”

“Yirmi yaşındaydık ama önümüzde kucaklanması gereken bir hayat olduğunun farkında bile değildik. Gelecekten çok yaşadıklarımız önemliydi. Yaşadığımız her an bir anı olsun istiyorduk. Biz oradaydık, vardık, önemliydik.”