30 Eylül 2019 Pazartesi

ISSIZ ADA - GIULIO GALLI

72
Yakamoz Kitap
Çeviri: Güliz Akyüz Yıldırım
335 sayfa

Issız Ada’yı annem aldığında arkasına bakıp “Okurken korkarsın bak” demiştim. Birazcık korkmuş. :D Neyse, aradan zaman geçti, ben de macera okuyayım diye bakınırken Issız Ada’yı gördüm ve başladım.

Kitap, on yarışmacının hakkında pek bir şey bilmedikleri bir reality show’a katılmasını anlatıyor. Tüm bildikleri, adada geçtiği ve kazananın büyük miktar paraya sahip olacağı… Yani kitap kısaca şu: ıssız ada, dokuz yarışmacı ve bir katil.

Annem de ben de okurken Açlık Oyunları’na benzettik. Kitapta Agatha Christie’nin On Küçük Zenci romanına atıf var. Romanı okumadığım için, Issız Ada’yı bitirip araştırdığımda fark ettim ki konular epeyce benziyor. Bu nedenle özgünlüğünden çok emin olamasam da kitabı sevdim. Akıcıydı.

Issız Ada Son Hedef diye devam kitabı da varmış. Bakalım, belki okurum…

“Hayatta kötü yanlışlar yapıldığında bunların izlerini üstünden tamamen silmek zordur. Geçmiş silinemez ve hep ordadır. Birlikte yaşamak zorunda olduğun daimi bir rahatsızlık.”



28 Eylül 2019 Cumartesi

Yaşamdan Kareler: Beyoğlu Sahaf Festivali ve Diğer Şeyler


Merhabalar blog-severler! Kitap okuyamıyorum, blogum boş kalıyor, ne yapayım diye düşündüm ve karma yazı yazayım dedim. Tamam, aslında sahaf festivalinde fotoğraf çekmeyi unuttum, böylece festival yazısı karma bir yazı halini aldı. Neticeye bakalım. :D

Ganimetler ve oyuncak kedim Merlin

Cuma günü Cansu’yla bu yıl on üçüncüsü yapılan Beyoğlu Sahaf Festivali’ne gidelim dedik. Aslında fark etmeden ilk gün gitmişiz, çok iyi oldu. Güzel kitaplar tükenmeden alacağımızı aldık. (Ben çok kitap almadım, okunacak çok kitabım var diye.) Fiyatlar ne istediğinize göre değişiyordu ama bu sefer 5 TL’liklerin içinden de istediğimiz kitaplar çıktı. Ayrıca çok güzel kartpostallar ve eski fotoğraflar da var. Gitmek isterseniz festival 13 Ekim’e kadar sürecek. Pera Müzesi'nin önünde yapıldığı zamanları daha çok sevsem de, bu yıl da Taksim meydanda gerçekleşiyor.

Cansu'nun Ganimetleri

Cansu demişken onun beni sevindiren hediyesinden bahsetmemek olmaz. Kendisi kitap sipariş etmişti, listesindeki Feminist Bir Yaşam Sürmek çok hoşuma gitmişti. Biliyorsunuz, bazı kitapları beraber okuyoruz. “İstersen seni beklerim” demişti, ben de “Almam uzun sürer” diye yanıtlamıştım. Doğum günü hediyeme kitabı da eklemiş. Buradan ona sarılıyorum, bu ince düşüncesi için.

Uni uni uni corn, keşke gerçek olsalar gerçek olsalardıııı :D
Agnes'den dinlemek için tık

Güzel haberlere, nazar boncuğu niyetinde deprem haberini de ekleyeyim. Bir miktar(!) korkmuş olabilirim, saniyeler benim için dakikalara dönüşmüş de olabilir. Neyse, İstanbul’un depreme hazırlıksız olduğunu görmüş olduk, binalarından operatörlere kadar.

En başta kitap okuyamıyorum dedim çünkü ne yapıyorum? Sevgili İrem’in önerdiği Arsenal Military Academy’i izliyorum. Okuldan gelince hemen izleyesim geliyor, dersler ağırlaşmadan bitireyim. Elimde de Notre Dame’ın Kamburu var, yine Cansu’yla beraber okuyoruz ama ikimiz de yavaşladık, reading slump belası herhalde!

Yazıyı bolca kitap okuyabildiğimiz günler dileğiyle bitirmek istiyorum. Sevgiyle kalın.

Canım Sarmancım


22 Eylül 2019 Pazar

ECEVİT'İN ANILARI - MEHMET ÇETİNGÜLEÇ

71
Doğan Kitap
205 sayfa

Mehmet Çetingüleç, Bülent Ecevit ve eşi Rahşan Ecevit ile olan sohbetlerini belgesel hazırlamak için kayda almış; ancak aradan 12 yıl geçmesine rağmen sponsor bulunamamış ve ortaya bu kitap çıkmış.

Kitap Ecevit’i siyasi yönüyle olduğu kadar kişiliği, özel hayatıyla da anlatan güzel bir derleme olmuş. Türkiye – Amerika ilişkileri, Kıbrıs Harekatı, koalisyonlar gibi konuların yanında aile, evlilik, hayvan sevgisi gibi konular da ele alınmış.

Çok beğendiğim bölümü burada söylemeden geçemeyeceğim: Ulusal Uzmanlar Grubu. Ecevit, DSP Genel Başkanlığından ayrılınca Türkiye’nin sorunlarını görüşüp, çözüm üretmek amacıyla İlber Ortaylı gibi isimlerin de dahil olduğu Ulusal Uzmanlar Grubu oluşturmuş. Böyle gruplara ihtiyacımız var.

Bülent Ecevit’i daha yakından tanımak ve o dönemin olaylarına bakış atmak için güzel bir kaynak olduğunu düşünüyorum.

Kitaplı günler! J

“Aslında Türkiye’de halkı ön safa geçirecek yapısal değişiklikler ortaya çıktığı vakit, hep karşısında tepkiler bulmuştur.”

“Bir defa sevdin mi, iyi sevmişsen devam ediyor. Bitmiyor yani…”



20 Eylül 2019 Cuma

SÜREYA KUAFÖR SALONU - ŞEBNEM BURCUOĞLU

70
Dex Plus
330 sayfa

Süreya Kuaför Salonu’nu annem indirimde bulup almış, önce kendisi okudu, sonra da ben okudum. :D Yazarın daha önce Kocan Kadar Konuş kitabını okumuştum yani tarzına aşinayım.

Eğlenceli hızlıca okuyabileceğim bir çerez istedim ve kitap da tam olarak öyleydi. Ben gece başladım, ertesi sabah bitti.

Süreya Kuaför Salonu üç ana karakter üzerinden ilerliyor –Feza, Cemal ve Süreyya- ama aslında mahalle hikayesi diyebiliriz. Mahalle hikayelerini seviyorum, Yeditepe İstanbul da öyleydi mesela. Emin olamadığım şey böyle bir ortamda yaşamak ister miydim? Bazen cevabım evet oluyor, bazen hayır. Dayanışma, birbirine yardımcı olma güzel yanları ama aynı zamanda mahalle baskısı var, ayrıca o kadar kalabalıkla iç içe olmak için biraz asosyalim sanırım. (İç ses bu bahsi kapa!)

Nerede kalmıştık? Kitap biraz Yeşilçam filmlerini anımsatıyor. Karakterler biraz yüzeysel ama yazarın güzel noktalara parmak bastığını düşünüyorum. Konu evlilik, aşk, boşanma vs. olunca bu topraklarda olay sıkıntısı çekilmez zaten.

Sonuç olarak belki bana çok bir şey katmadı ama okurken keyif aldım.

“Her şeyin bir sebebi olmalı diyorlar. Ya da kendimizi böyle avutuyoruz, bilemiyorum.”

“Sonunda üç şey önemlidir; ne kadar sevdiğin, ne kadar nazik yaşadığın ve senin yazgında olmayan şeylerden nasıl zarafetle vazgeçebildiğin.”

“Dün rüya, yarın hayaldir. Dünü mutlu, yarını umutlu yapan bugündür. Onun için bugüne iyi bak, gülümse arkadaşım.”



17 Eylül 2019 Salı

KOLERA GÜNLERİNDE AŞK - GABRIEL GARCIA MARQUEZ

69
Can Yayınları
Çeviri: Şadan Karadeniz
442 sayfa


Kolera Günlerinde Aşk’ı lise yıllarında almıştım. Aradan çok zaman geçti, merak etmeme rağmen elim gitmedi. Sonra Cansu’yla ortak okuma listemize koyduk ve beraber okuduk.

Çok üzülerek belirtiyorum ki Marquez beklediğim gibi çıkmadı. Tek kitapla yargılamak istemiyorum ama Kolera Günlerinde Aşk’ı pek sevmedim. Daha fazla sosyal konulara değinen, daha zorlayıcı ve daha fazla edebi zevk alacağım bir kitap bekliyordum sanırdım. Okuduğum yorumlar, gördüğüm hayranlık bende böyle bir beklenti uyandırmıştı.

Kitabın konusu aslında baktığımızda biraz klasik: gençlik çağlarında aşık olan Fermina Daza ve Florentino Ariza’nın ayrılması, Florentino Daza’nın elli bir yıl, dokuz ay, dört gün boyunca Fermina Daza’yı beklemesi. Tabii kendisine ne derece sadık diyebiliriz bu tartışılır. Kitapta sadece Doktor’a biraz ısındım ama genel olarak karakterlerin hiçbirini sevemedim. Daha dürüst olmam gerekirse tiksinçtiler. Kitaptaki hastalıklı aşk, tecavüz, tek gecelik ilişkiler, pedofili beni gerçekten rahatsız etti. Bu listeyi daha da uzatabilirim ama spoiler vermek istemiyorum.

Çeviriden de hoşlanmadığımı belirtmem gerek. Günlük kullandığımız okurken sırıtmayacak kelimelerin yerine kösnüllük, erdenlik, uslamlama gibi sözcükler kullanılmış. Olmamış. Okurken gözüm hep o kelimelere takıldı.

Şimdi gelelim beğendiğim yanlarına: Marquez’in detaylı anlatımı ve yan olaylara yer vermesi güzeldi. Altı çizilesi cümleler, güzel çıkarımlar vardı. Belki daha farklı bir konuyu kaleminden okusam keyif alabilirdim, bilmiyorum. Aşkı koleraya benzetmesi güzeldi, aslında o duyguyu aşk diye adlandırabileceğimden emin de değilim. Doktor’un şehirde yaptığı çalışmalar kısmı daha detaylı olsaydı keşke ya da kolera günlerini görebilseydik kitapta… Neyse. Benim için olumlu yanları bu kadar.

Belki ileride Marquez’i tekrar denerim ama sanırım önce Kolera Günlerinde Aşk’ı biraz unutmam gerekecek.

Kitaplı günler :)
 
“İnsanın sevdikleri tüm eşyalarıyla birlikte ölmeli.”

“Bu senin dünyan, diyordu kendi kendine, Tanrı’nın sana bağışladığı hüzünlü, boğucu dünya; bu dünyaya adamalıydı kendini.”

“Toplumsal yaşamın sorunu, korkuyu yenmek, evlilik yaşamının sorunu ise can sıkıntısını yenmeyi öğrenmektir.”

“Vaktinde gelmek, çağrılmaktan iyidir.”

“Felaketlerde aşk daha yüce, daha soylu olur.”



11 Eylül 2019 Çarşamba

İSTANBUL'UN KUYTU KÖŞELERİ - AYDIN BOYSAN

68
Yapı Kredi Yayınları
227 sayfa


İstanbul değişik bir sevda, bunu yıllar önce sevmeyen biri olarak söylüyorum. İstanbul’un gezmek için güzel olduğunu ama asla yaşamak istemeyeceğimi belirtiyordum. Şimdi ise, yaşamak için zor bir şehir olduğunu kabul etmekle birlikte uzaklaştığımda özlüyorum. İnsanlar olarak ne kadar çirkinleştirmeye çalışsak da hala kişiliğini koruyan bir şehir; hala asil, hala gözbebeği… Yabancı arkadaşımı gezdirirken tepkilerini gözlemlediğimde, bir kez daha ne kadar özgün olduğunu anladım.

İstanbul’un Kuytu Köşeleri, Aydın Boysan’ın anılarından oluşuyor. Günümüzde o köşeler kuytu değiller ama kitaptaki İstanbul’u düşünün, nüfusu bir milyonu aşmamış… Kulağa harika gelmiyor mu?

Boysan’ın anılarıyla o günün İstanbul’una göz atmış oldum. Birkaç yerde kadınlara bakışı beni rahatsız etti ama çok didiklemeden genel hatlarına odaklandım. İstanbul hakkında bilmediğim şeyleri, mesela semtlerin isimlerinin nereden geldiğini, öğrenmek hoşuma gitti.

Keyifle okudum.

Günün Şarkısı: Sonbahar ve İstanbul ikilisini birleştiren şarkı: Teoman – İstanbul’da Sonbahar

“Bayramlar, yaşamın kilometre taşlarıdır, yüreklerin temizlenme günleridir. Yüreklerin kapısı, penceresi açılır, durağanlaşmış ruh haletleri dışarı atılır, içeri temiz hava doldurulur.”

“Su kenarında yaşamak… Bu yaşama biçimi, tiryakilik doğurur. İstanbullu, su tiryakisidir. Su görmediği yerde yaşamak, ona zevk vermez “Leb-i derya”da yaşamak gibi kavram, yani “denizin dudaklarında” yaşamak, eski İstanbullunun aşkıdır.”

“İnsan mutluluk arar. Mutluluğu şimdiki toz duman yaşayışta bulamayınca, çocukluğumuzun çağrışımlarından medet umuyoruz.” /Haldun Taner

“En belalı zamanın bile, iyi bir yanı bulunur. Örneğin kötü zamanlarda, mizah gelişir. Daha ne istersin? İnsan kafasında mizah şimşekleri çaktıkça, ortalık aydınlanır…”

“Bir ağacın, bir çiçeğin kökleri gider gider, durur. Bir insanın ruhsal kökleri gider, gider… Durmaz… Dünyanın da dışına, aya-güneşe gider… Yine durmaz. Bugüne yarına değil, ışığın vardığını öğrendiği yerlere kadar uzanır.”

9 Eylül 2019 Pazartesi

GÖRÜLMEYEN ADAM - RALPH ELLISON

67
İletişim Yayınları
Çeviri: Mehmet H. Doğan
544 sayfa


Görülmeyen Adam kitabını internette “Dünyayı Değiştiren 100 Büyük Hikaye” listesinde görmüştüm, ilgimi çekmişti. Böylece kitap sipariş ederken onu da aldım. Böyle bir listede olduğuna göre çarpıcı olacağından emin gibiydim. Farkında mısınız, beni beklentilerim hep kötü etkiliyor.

Görülmeyen Adam’ı düşündüğüm gibi bulmadım. Aslında ilk bölümü güzel bir konu vaat etti, ama sanırım kitabın sorunu bu. Etkileyici bir nokta buluyor, sonra onu o kadar uzatıyor ki neden bunları anlattı düşüncesi oluşuyor. En azından bende oluştu.

Irkçılıkla ilgili daha yüreğe dokunan kitaplar okumuştum, maalesef benim için Görülmeyen Adam gölgede kaldı.

“… dünya, ancak sen keşfedersen bir olasılıktır.”

“Zor günlerden geçmektesin,” derdi hep. “Böyle zor günler geçirmezse nasıl adam olur insan, ve sen bir gün önemli biri olunca burada geçirdiğin bu zor günlerin sana ne kadar faydası olduğunu göreceksin.”

“Hayat yaşanmak içindir, kontrol edilmek için değil; insanlık ise, belli bir bozgunla yüz yüze, karşı karşıya devamlı oynanarak kazanılır.”



6 Eylül 2019 Cuma

Yaşamdan Kareler: Dupnisa Mağarası



Bu sıralar blogumla çok ilgilenemedim, bunu fark ettiniz mi bilmiyorum ama umarım fark etmişsinizdir. :D Öncelikle Bilge bize kalmaya geldi, çok sevindim. Ardından da Erasmus’tan arkadaşım Mely’le İstanbul’da bir gün geçirdik. Kısa neler yaptım özetinden sonra, yazımın konusuna geçelim: Dupnisa Mağarası.



Sevgili Bilge’nin bize kalmaya geldiği haftanın Pazar günü erkenden kalkıp yola koyulduk. Bilin bakalım kim direksiyonda? Sürücü ben olduğum için normalde varacağımız zamandan daha uzun sürede mağaraya ulaştık. Önceki gidişlerimde hep kenarda oturduğum için çok farkında olmamışım ama yollar gerçekten bozuk. Virajlı olması dışında iki arabanın güçlükle geçtiği, çukurlarla dolu bir yoldan bahsediyoruz.



Mağaranın çevresi önceki gittiğim seferlere göre epeyce değişmiş. Ormanın içinde otopark yapmışlar ama yolları düzeltmemişler, tebrikler ormanı mahvettiniz. Benim ilk gidişim çocukken, daha mağara açılmadan önce olmuştu. El fenerleriyle gezmiştik. Çocukluk arkadaşımla ellerimizi kaldırarak verdiğimiz pozlar hala albümde duruyor. (Bilge’yle bu duruşu kankilik pozu olarak isimlendirdik ve beraber de verdik :D)


Mağaranın civarında beni şaşırtan detaylardan diğeri bir sürü küçük satıcının olmasıydı. Magnet, anahtarlık, meyve, hardaliye (Kırklareli’nin ünlü içeceği) vs. satıyorlardı.


Mağaraya giriş bileti 10 tl, öğrenci içinse 5 tl. Önceden dere kenarından yürüyerek girilirken mağaraya, şimdi tahta patikayla gidiliyor. Girişte doğal oluşmuş taş kemeri gözden kaçırmayın. Dupnisa Mağarası birbirine bağlı üç mağaradan oluşuyor: Sulu Mağara, Kuru Mağara, Kız Mağarası. İçerideki sıcaklık 10-12 derece arası değişmekte. Mağaranın içinde yarasalar var ve önünüzden geçebiliyorlar, mağaraya dair en sevdiğim detaylardan biri bu. Yarasaların yoğunluğu yüzünden 15 Kasım – 15 Mayıs tarihleri arasında Sulu Mağara ziyarete kapanıyor.

Fotoğraf 2014'ten kalma, bu gidişimizde yarasaları sadece uçarken gördük

Mağarayı gezdikten sonra, satıcıları dolaşarak derenin içine konulmuş masalarda oturarak gözleme yedik. Biraz da salıncaklarda sallandık. En son Certaldo’da sallanmıştım böyle çılgınca… Bu rahatlatan eğlenceyi neden çocuklara kaptırdık? Salıncakları paylaşmalıyız.


Otoparka(!) geri dönüp, İğneada’ya doğru yola çıktık. Önce Mert Gölü’ne uğradık. Mert Gölü’nde kano gibi aktiviteler var (biraz amatör sanırım) ancak biz civardaki sahilde gezmeyi tercih ettik. Ardından merkeze dönüp, lunaparkta biraz zaman geçirdik. Akşamüstü de dönüş yoluna geçtik.


Evet, böylece bir yazının daha sonuna geldik. Sevgiyle ve kitapla kalın.