14 Nisan 2024 Pazar

Yaşamdan Kareler: Bursa

 

Ben uzun tatiller ve gezmek için yaratılmış olabilir miyim acaba? 9 günlük bayram tatili sadece birkaç saat gibi hissettirerek bitmişken, iki günlük Bursa rotamızı anlatmaya başlıyorum.

 

Öncelikle gezilecek yerlerin listesini yaptım ve mesafelerine göre iki güne böldüm. Airbnb’den de ev buldum. (Uygulamayı TR’de ilk kez kullandım, bu durum beni biraz strese soktu ama memnun kaldık.) 11.04.2024 sabahı saat 5.30 gibi yola çıktık.


FSMOsmangazi

İlk günkü gezme planımda uyduğumuz tek madde Cumalıkızık Köyü oldu. Yaptığım planların hayatın akışına uymaması benim kaderim galiba. Köye, sanıyorum ki, 11.30 civarında vardık. Daha önceki gelişimde trafik ve park sorunu yoktu ama bilin bakalım bu sefer kimler neredeyse bir saat trafiğe sıkıştı ve köye giremedi? Yollar yokuş olduğu için her yer balata kokusuyla kaplıydı. Biz de dayanamayıp, köyün dışında yeşillik bir alana arabayı park ettik ve köye yürüyerek gittik. Bayramda Cumalıkızık’a gelmek çok mantıklı bir hareket değilmiş, normal bir günde gelme imkanınız varsa daha rahat gelip gezebilirsiniz.

 


Cumalıkızık Köyü, Unesco Dünya Mirasi listesinde yer alan ve kızık köyleri içerisinde Yunan işgali sırasında yanmaktan kurtulan Osmanlı köylerinden birisi. Dönemin mimarisini yansıtan tarihi evleri ve taş sokaklarıyla görülmeye değer olan bu köyde, biz öncelikle Cin Aralığı ve Küpeli Ev’i gezdik. Küpeli Ev, köyde içi gezilebilecek tek evmiş ve dönemin yaşayışına uygun mobilyalarla dekore edilmiş. Cin Aralığı dünyanın en dar sokağı olarak kabul ediliyormuş ve Yunan askerlerinden kaçan halkın/askerlerin oradan geçip saklanmasına ilişkin yerel bir hikayesi de var. Sokaklarda gezerken köy müzesi ile de karşılaştık, iki katlı küçük bir binada yer alan müzede köye ilişkin bilgiler, köy haritası ve geçmişte kullanılan aletler yer alıyor.

 



Köyün sonuna kadar yürüdükten sonra, geri dönüp geç bir kahvaltı ettik. Serpme kahvaltı fiyatları kişi başı 225-300 TL arası değişiyor. Tarihi evlerin birçoğu kafe, kahvaltıcı ve gözlemeci olarak kullanılıyor. Unutmadan, magazinsel bilgileri de vereyim: Ferdi Tayfur’un Çeşme şarkısındaki çeşme köyün girişinde yer alıyor. 2002 yılında yayınlanan Kınalı Kar dizisi de Cumalıkızık’da geçmiş ve dizide kullanılan konak şu an kahvaltıcı olarak hizmet veriyor.

 

Cumalıkızık’ın ardından benim planımda Bursa’yı gezmek yer alırken, biz Uludağ’a doğru yola koyulduk. Dağın bir yamacında karlar erimemişti ve biz de o yandaki telesiyeje bindik. (Gidiş-dönüş ücreti: 300 TL)

 

En sevdiğim kitaplardan biri Çalıkuşu olduğu için Uludağ’ın eteğinde yer alan Zeyniler’e uğramak benim için plandaki en önemli maddelerden biriydi. Uludağ’dan inerken Google Maps rota çizmesine rağmen jandarmadan aldığımız bilgiye göre orası arazi yoluymuş ve gitmek mümkün değilmiş. Zeyniler’e Bursa’daki teleferiğin oradan gidiliyormuş. Bu haberle biraz da buruk olarak Bursa’da kalacağımız eve yerleştik.

 


Akşam yemeği menümüz iskenderdi ve devamında Osmangazi ile Orhangazi Türbelerinin de yer aldığı Tophane Meydanı’nı gezdik. Bursa’nın gece manzarası gündüze göre daha güzel bence, sabahları sadece bina yığını olarak görünürken gece ışıl ışıldı.

 



Ertesi gün Bursa merkez ile gezmeye başladık. Sırasıyla Ulu Cami, hanlar ve çarşılar, Yeşil Cami ile türbesini gezdik.

“Bir zafer müjdesi burada her isim:

Sanki tek bir anda gün, saat, mevsim

Yaşıyor sihrini geçmiş zamanın

Hala bu taşlarda gülen rüyanın.”

*Bursa’da Zaman – Ahmet Hamdi Tanpınar

 



Daha önce Bursa’ya turla geldiğim için, Koza Han’da kahve içmek için zaman bulamamıştım. Bu sefer uzun uzun ipekçileri gezdik, şallara baktık -şal takmayı çok severim- ve dinlenerek kahvemizi içtik. Bursa’da yaşasam kitabımı alır ve Koza Han’a kahve içmeye sık sık gelirdim.

 

Şehri yürüyerek gezdiğimiz için yol boyunca yine bir sürü cami geçerek, Irgandı Köprüsü’ne vardık. Irgandı Köprüsü dünyada sınırlı sayıda yer alan çarşılı köprülerden birisi. Floransa’daki Ponte Vecchio’ya ya çok benziyor. Bu bilginin yanlış olduğuna ilişkin açıklamalar mevcut olsa da yine de paylaşmış olayım: Irgandı Köprüsü, İtalya’da Vecchio ve Rialto Köprüleri, Bulgaristan’da Osma Köprüsü ile birlikte dünyadaki dört çarşılı köprüden biridir. (Kaynak: https://www.bursa.com.tr/tr/mekan/irgandi-koprusu-275/) Eğer bilgi doğruysa, Bulgaristan’daki köprüyü de görürsem çarşılı köprüleri tamamlamış olacağım.

 


Bursa merkezdeki gezimizi tamamladıktan sonra gezilecek yerleri ben belirlediğim için Zeyniler’e doğru yola çıktık. Daha kolay bir yolu var mıdır bilmiyorum ama haritalar Bursa’nın ara yollarından götürüyor ve caddeler çok dik. Babamın “Yolun böyle olduğunu bilsem asla gelmezdim” şeklindeki yakınmaları eşliğinde eskiden köy olan ancak şu an Yıldırım Belediyesi’ne bağlı Zeyniler’e vardık. 


Zeyniler, Çalıkuşu romanında Feride’nin öğretmen olarak atandığı köy, okuyanlar iyi bilir. Meydanına Çalıkuşu Evi açılmış ve Zeyniler Çalıkuşu Kadınlar Tarımsal Kalkınma Kooperatifi tarafından kafe gibi işletiliyor. Evin bahçesinde mezarlık ve yanında Zeyniler Cami var. Kitabı tekrar okuma isteği buram buram yükseldi içimde. Mezarlıktaki servi ağacına kandil asan Feride hep gözümün önündeydi. (Küçük Elif Çalıkuşu’nu okuduğunda Kamran ve Feride’ye odaklanmışken geçen sene tekrar okuduğumda; Anadolu’nun ne kadar muhafazakar olduğu ve aslında günümüzde bile çok değişmediğine, genç bir öğretmen olarak Anadolu’da tek başına ayakta kalmaya çalışan Feride’nin yaşadığı zorluklara odaklanmıştım. Kitabın sonu da benim için üzücüydü; tek başına kendi ayakları üzerinde duran ve iyi bir öğretmen olarak çocukları eğitmeye devam eden Feride benim için daha tatmin edici bir son olurdu.)

 


Zeyniler’den sonra Gölyazı’ya doğru yola çıktık. Bursa gezimizin her anında peşimizi bırakmayan trafik maalesef Gölyazı girişinde de yoğun olarak bizi karşıladı. Gölyazı, Uluabat Gölü kenarında bir yarım adaya kurulmuş. Arabayı park ettikten sonra, ister tekne/sandal türevleri ile ister köprüden yürüyerek merkezine gidilebiliyor. Biz gidişimizi tekne ile yaparak, Uluabat Gölü’nde gün batımını izledik. (Kişi başı:100 TL) Köyde Ağlayan Çınar ile Aziz Panteleimon Kilisesi’ni görüp, yemek yedik. Gördüğüm kadarıyla, geçim turizm ve balıkçılık üzerinden sağlanıyor. Gölden turna ve yayın balığı tutuluyormuş ve kaptanımız yayın balığını önerdi. Annem ve babam balığı beğendi, bendeniz balık sevmediğim için her zamanki gibi tavuğu tercih ettim.

 



Böylece Bursa gezimizi tamamlayarak yola çıktık fakat o da ne? Osmangazi Köprüsü’ne kadar trafik sıkışık, haritalarda yol kıpkırmızı. Otobandaki araçların %95’i 34 plakaydı blogdaşlarım, İstanbullular Bursa’yı da işgal etmiş. İstanbul’dan memleketime taşınmanın verdiği rahatlıkla, her fırsatta İstanbul’u terk eden ama ısrarla şehirde yaşamaya devam eden ve gittikleri her yere İstanbul’un sorunlarını taşıyanlara bir güzel söylendim. Trafik yüzünden sabah 5.30’da eve varabildik.

 


Bursa gezimizin dışında neler yapıyorum ve kaç kitap okudum? Bu yıl Goodreads üzerinden 60 kitap hedefi koydum kendime ve şimdiye kadar sadece 16 kitap okuyabildim. Bayram tatilinde Sırtımdaki Ev – Dieter Forte’ye başladım ama ancak 50 sayfa okudum. Kitabı sevecekmişim gibi geliyor ancak şu an pek de akmıyor. Galiba artık sadece çerez kitapları hızlı okuyabiliyorum. Yolda ise Gülten Akın’ın Uzak Bir Kıyıda kitabı elimdeydi. Yolculukta şiir okumayı daha çok seviyorum.

 

Benden şimdilik gelişmeler bu kadar, Didem Madak’ın Çalıkuşu’nun Z Raporu şiiri ile postumuzu bitirelim:

 

“Kedi ve kasımpatı kokuyor bütün sokaklar

Dilinin dönmediği duaları sayıklıyor

Zeyniler Köyünde Çalıkuşu şimdi artık zaman

Yağmur yağıyor durmadan

Ağlıyorum kaşarlanmış bir masumiyet olarak

Bir çılgının

Kedilerin ruhlarımızı okuduğuna inandırmaya çalışan herkesi

Bir elimde tabanca

Bütün dualarım delik deşik.

(…)

Günler külkedisi, akşamları kömür yakıyoruz.

Hikâyeme bir hayat yazmak istiyorum

Pek inandırıcı olmayan

Ruhuma ıhlamur yollamak istiyorum yün eldivenler

Hikâyeme bir ölüm yazmak istiyorum

Beni masalların ortasında bırakıp giden ruhuma”

 

14 Ocak 2024 Pazar

2023 ÖZET

 


2023’ü bitirdik ama ben anca özetini yazabiliyorum. İşte bütün gün bilgisayar karşısında dilekçe yazınca, eve gelince bilgisayarda yazma isteğim hiç olmuyor. Oysa ki aktif olarak blog yazdığım günleri özlüyorum. Çalışırken kendimizden ve hobilerimizden taviz vermemiz beni genel olarak üzüyor.

 

Bu yıl okuma hedefimi düşürdüm ve 60 kitap belirledim. Toplamda 63 kitap ve 14.920 sayfa okudum. Günde ortalama 40 sayfa ediyor. Eski performansıma göre çok düşük ama sanırım bunu kabullenmem gerekiyor. Eskisi kadar çok okuyacak vakit ve enerji bulamıyorum. Bazen odaklanırken bile zorluk çekiyorum.

 


Okuduklarıma ortalama olarak 3.5 puan vermişim. Okuduğum en kısa kitap, Unutma Biçimleri – Marc Auge olurken; en uzun kitap Aristotle and Dante Dive Into the Waters of the World – Benjamin Alire Saenz olmuş. Bu yıl 5 puan verdiğim kitaplar: Sana Gül Bahçesi Vaadetmedim, Kırmızı Karanfil, A Boy Worth Knowing, Adınla Çağır Beni, Sessiz Gezegenin Dışında olmuş. Çalıkuşu ve Harry Potter ve Felsefe Taşı’nı da tekrar okuyarak 5 puan verdim.

 

2023’de 2022 gibi hayatımda büyük ve köklü değişiklilerin olduğu bir yıl oldu. Duygusal olarak 2022 yılında yazdıklarımı bu yıla kopyalasam hiç sırıtmaz. 2023’de yasal stajımı bitirdim, İstanbul’dan memleketime dönmeye karar verdim ve memleketime taşındım, ruhsatımı aldım ve gelecek kaygım gün geçtikçe arttı.

 



Bu yıl verdiğim en doğru karar memleketime dönmekti. İstanbul’da yaşamanın insanı ne kadar tükettiğini iyice gördüm. Yine de zor bir karardı; tek yaşamaktan vazgeçtim, arkadaşlarımı bıraktım, İstanbul’da sevdiğim aktivitelere veda ettim. Memleketime döndüğümde iş açısından verdiğim kararı sorguladığım anlar oldu ama yaşam standardı açısından memnunum.

 

Bu yıl sanırım en çok okuduğum için pişman oldum. Bu konuyu arkadaşlarımla da sık sık konuştuk. Emeklerin karşılığının olmaması 90’lı yıllarda doğanları yıldıran bir konu… Çift anadal yaptığım için üzgünüm. Hukuk fakültesine vereceğim emeği KPSS veya kurum sınavlarına vermeliymişim. 2022 ve 2023’un büyük kısmını stajyer avukat olarak geçirdim ve modern bir köleden farklı olunmadığını gördüm. Sizden bütün ayak işlerini halletmenizi, dilekçeleri yazmanızı ve girebildiğiniz duruşmalara girmenizi bekliyorlar; karşılığında asgari ücret dahi vermek istemiyorlar. Asgari ücret+yol+yemek aldığım büro da sadece şirketlere danışmanlık verip, avukatlık mesleğine dair bir şey kazandırmıyordu.

 



Memleketime döndüm. İlk çalıştığım ofiste çok özgüvenli olduğumu söylediler ve yaptığım her şeye, dış görünüşüme mana buldular. Sigortam yapılmadı ve verecekleri maaş neredeyse asgari ücret ayarındaydı. 1 haftada ayrıldım. Şu an çalıştığım yerden genel anlamda memnundum, tabii ki aksilikler ve zorluklar oluyordu ama benim için daha katlanılabilir seviyedeydi. Ta ki maaş zammı konusunu konuşana kadar… Başlayalı 2 ay olduğu için, maaşıma zam yapılamayacağını, 2-3 ay ‘sebat etmem’ gerektiği söylendi. Zaten ‘normale’ oranla daha yüksek bir maaşla başlamışım ve diğer avukatlar piyasayı yükselttiği için söylenmişler (!). -Avukat avukatın kurdudur- Böylece insanların nasıl 180 derece döneceğini tekrar gördüm. İşe başlarken bana eğer iş yükü fazlaysa hemen söylemem gerektiğini ve maaşıma zam yapabileceklerini söylemişlerdi. Ben de görüşmede bunu hatırlattım tabii. Kısaca çalışılan işe duygusal olarak bağlanmak gerektiği, işyerini kendi işim gibi benimseyip bu gibi durumlarda sabretmem gerektiği ve sonucunda benim de kazanacağım ifade edildi. Ben de 2-3 ay beklemeye söz veremeyeceğimi söyledim. Bana işe başlamadan önce yeni yılda artış yapmayacağını söylese işe başlamazdım. İşyerini, çalışanları duygusal olarak sevsem bile bu durum, her hafta 5 gün bilfiil bir kazanç elde etmek için çalıştığım gerçeğini değiştirmez ki.

 

Aldığım maaş, zam öncesi en düşük memurun aldığı maaştan az bir meblağ blogdaşlarım. Çift anadal yapmış; birini yüksek onur, diğerini onur öğrencisi olarak bitirmiş, erasmus yapmış, daha önce stajları olan, dil bilen biri olarak yaşadıklarımı kabullenemiyorum. Bunlar için mi bu kadar çaba harcadım? Maaşımda hiçbir iyileştirme yapılmaması eğitimime hakaret geliyor ama çıkarsam burada başka iş bulmamın zor olduğunu biliyorum. İş ve duyguların birbirinden ayrılabildiği, maaşların zamanında yattığı ve hak edilenin kazanıldığı profesyonel bir işyeri yeryüzünde var mıdır? Sanmıyorum. Bu gibi sorunlarımı açık açık blogda paylaşmadım bugüne dek ama belki hukuk okumaya karar veren biri görür ve sonrasında benim yaşadığım hayal kırıklığını yaşamaz.  

 

Artık büyük hedeflerim ve isteklerim kalmadı. Hakkettiğime bile ulaşabileceğimden şüpheliyim. Gelecek kaygımın azaldığı, sağlıklı ve huzurlu bir yıl olsun. Kuşlarımla bol bol zaman geçirebileyim, ailemle güzel günlerimiz olsun, arkadaşlarımla görüşeyim ve kitap okuyabileyim. Bunlara ek olarak seyahat edebilirsem sevinirim.

 

Umarım her şey sizler için daha iyidir. Sevgiyle kalın. 



30 Mayıs 2023 Salı

Kurak Günler, Maid, Kitaplar ve Sair Şeyler

 


Merhaba blogdaşlarım,

 

Üzülerek fark ettim ki bloguma bu yıl hiç post yazmamışım. Yazılarımın çalınmasının hevesimi kırmasının yanında, iş hayatına başlamış olmamın da etkisi var bu durum üzerinde. Neyse, yıprandık ama pes de etmedik. (Acaba?)

 

Geçen gün Kurak Günler’i izleyip, konuşacak kimseyi bulamayınca blogum burnumda tüttü. Şimdi aktif olarak blog yazıyor olsam fikirlerimi paylaşır ve sizlerle yorumlaşırdık diye düşündüm. Bu düşünceyle biraz gaza gelmiş olsam da harekete geçip fikirlerimi yazacak enerjiyi kendimde bulamadım. Bazı günler kıpırdayacak gücü bile kendimde bulamıyorum, sadece öylece durup olayların benim dışımda gelişmesini bekliyorum. Bilgisayar yerine kağıt kalemle yazmaya kalkıştığımda ise birkaç cümleden sonra kağıda boş boş bakmaya başladım. Dilekçeler dışında yazma yetimi kaybettiğimden şüphelendim. Bugün de bu yazının sonunu getirip yayınlayabilecek miyim, emin değilim. Umudumuzu baki tutarak devam edelim.

 

Kurak Günleri oyunculuk anlamında beğendim ama Selahattin Paşalı ve Ekin Koç arasındaki etkileşimi hissedemedim. Benim dışımda herkes hissetmiş gibi. Filmde hukuki hatalar vardı ama hiç Anadolu kasabasında bulunmadığım için uygulamaya hakim değilim. İstanbul’da bile teori ve pratik arasında o kadar fark var ki… Film bana yazın sıcağını, bozkırın kuraklığını buram buram hissettirdi, aynı zamanda filmi izlerken çok gerildim. Açık sonu ve olayların havada kalması beni rahatsız etti, bu kadar belirsizliği çok sevmiyorum. Kurak Günler eğer yabancı bir film olsaydı beğenmeyeceğim ve eleştireceğim bir yapım olurdu ama filmde anlatılanlar o kadar yaşadığımız gerçeklikle iç içe ki insan sadece üzülebiliyor.

 

Dizi olarak ise dün bitirdiğim Maid’den bahsedebiliriz. Bana mektup arkadaşım önermişti ve zaman zaman üzülerek, bazen de gururlanarak izlediğim bir dizi oldu. İstismara uğrayan kadınların Alex kadar şanslı olmasını dileyerek sizlere de tavsiye edebilirim.

 

Pek kitap okuyamıyorum. İşten eve yorgun argın dönüp, yemek yerken izlediğim çerez dizi/filmlere akşamın ilerleyen saatlerinde de devam ediyorum. Akşamları kitap okuduğum zamanlarda genelde uyukluyorum. Bu nedenle yolda geçen 45 dk – 1 saatimi değerlendirmek için e-book okumaya çalışıyorum, metronun kalabalıklığında kitabı fiziken çıkarıp okumak gerçekten zorlayıcı oluyor. Bazen kitabı tutacak alan bile olmayabiliyor. Yolda geçen zamanıma çok acıyorum. Aktarma yaparak gittiğim için insanların sıra olmayı bilmemesine, inenlere öncelik vermemesine, itişmesine daha çok tanık oluyorum ve bu düzeysizlere bakıp mutsuzluğuma mutsuzluk katıyorum. Mayıs ayına kadar okuduğum kitaplardan en çok Sana Gül Bahçesi Vadetmedim, Kırmızı Karanfil ve A Boy Worth Knowing’i beğendim.

 

Yakın zamanda gezdiğim yerlerden de İstanbul Modern’deki NBC sergisini ve İstiklal’deki Casa Botter’i tavsiye edebilirim.

 

Evet, bende havadisler bu şekilde. Hayat bazen zor, bazen daha da zor. Seçim akşamında yapılan ve gece bire kadar süren konvoy yüzünden Boncuk strese girdi ve hasta oldu. Umuyorum ki en kısa zamanda iyileşecek ama evcil hayvanının hasta olması insanı çok etkiliyor. Onun yerine ben olsaydım keşke, şikayet etmezdim…

 

Bir dahaki post’a kadar kendinize iyi bakın. Sevgiyle.



31 Aralık 2022 Cumartesi

ÖZET 2022

 


Bir yılın daha sonuna geldik. Bana Özet yazımı hatırlatan İlkay’a sevgilerimi yollayarak başlıyorum bu yıl ki özetime.


Uzun zamandır yıllık okuma hedefimi tamamlıyordum, Goodreads kullanmadan önce de ortalama bir rakam tutturuyordum. Maalesef 2022 kara listeye giren bir yıl oldu ve hedefimi tamamlayamayarak 61 kitapta kaldım. Bu sayının bir kısmının da çizgi roman/webtoon olduğunu üzülerek belirmeliyim.

 


Toplamda 14,585 sayfa okumuşum, günde ortalama 40 sayfa ediyor. Okuduklarıma verdiğim ortalama puan ise 3.4.

 

Bu yıl okuduklarımdan en çok aklımda kalanlar: Ben Robot, Kış Yolculuğu, Kafamda Bir Tuhaflık, İskambil Kağıtlarının Esrarı, Tatar Çölü (tekrar okudum ve ilk okumama göre benim için çok farklı bir anlama sahip oldu.)

 

2022 hayatımda genel olarak büyük ve köklü değişikliklerin olduğu bir yıldı. Tamamen kötüydü diyemiyorum ama geneline baktığımda çaba, üzüntü, direnme ve kayıp görüyorum. Bu yıl mezun oldum, yasal stajıma başladım, staj yaptığım bürodan ayrıldım, yeni bir yer buldum, anneannemi kaybettik… Beni en çok üzen sonuncusuydu çünkü insanın elinden gerçekten bir şey gelmiyor.

 

Her şeye rağmen kendimizi avutarak hayata devam ediyoruz. Zaman bir şekilde geçiyor. “Zaman değil de dünya geçiyormuş insanın üzerinden.” (Şükrü Erbaş)

Geçen sene önümü daha net görebilmek ve hedeflerime ulaşmak istemişim. Ne hedefim varmış, onu bile hatırlamıyorum. Ancak şundan eminim ki önümü daha net göremiyorum, sanki gün geçtikçe daha da bulanıklaşıyor gibi. Hayata dair hayal kurmayı genel olarak bıraktığım, yoğunluktan ve psikolojik sorunlarımdan kitap bile okuyamadığım bir yıldı. İşten eve döndüğümde yemek yiyip, bomboş diziler izleyip, bomboş hissettiğim zaman dilimleri çoğunluktaydı.

 

Bu sene yine daha önceki seneler gibi gelecek yıldan sağlık, mutluluk, huzur isteyeceğim. Özellikle sağlık oldukça, bir şekilde devam edebiliyoruz.

 

Herkese iyi yıllar, sevgiyle kalın.



12 Ekim 2022 Çarşamba

Yaşamdan Kareler: İsmi Lazım Değil

 


2019 Ekim’inde İçimdeki Çocuk Sergisi’ne gitmiştim Abdülmecid Efendi Köşkü’nde. Aradan üç yıl geçti. Pandemi atlattık -tam atlatmış gibi olmasak da-, evlere kapandık, tekrar sosyal hayata dönmeyi öğrendik, tek yaşamaya başladım, mezun oldum… Her şey çok değişti, tutunacak dal arayarak kaygan bir zemin üstünde el yordamıyla ilerlemeye devam ediyorum/z.

 

Yine Ekim ayında Abdülmecid Efendi Köşkü’nü ziyaret ettim. Bu sefer başka bir sergi için: İsmi Lazım Değil.

 

“İsmi Lâzım Değil sergisi, bilinmezin büyüleyiciliğini ve tekinsizliğini odağına alıyor. Bizans’tan günümüze uzanan tarihsel ve kültürel mirastan esinlenerek, biçimlerin, inançların ve temsillerin tarih boyunca nasıl varlığını sürdürdüğünün, göç ettiğinin ve dönüşüm geçirdiğinin izini sürüyor.”* https://www.koc.com.tr/medya-merkezi/haberler/2022/ismi-lazim-degil-sergisi-sanatseverlerle-bulusuyor

 



Sergiye Floransa’daki oda arkadaşım Canan’la gittik. Cumartesi sabah saatlerinde köşke varmamıza rağmen sıra bekledik. Serginin en can sıkıcı yanı sanırım buydu; öncelikle köşkün bahçesine girmek, sonra bodrum katı gezebilmek, ardından da köşkteki eserleri görebilmek için sıra bekledik.

 

Biz gezme planını ters yaptık, önce köşke girip broşür alıp sonra bodrum katı gezmek daha mantıklı olabilir. Gerçi broşürde eserleri bulmak o kadar zor ki, keşke odaların numaralarını kapılarına yazsalarmış ya da eserlerin altına broşürdeki tek cümlelik bilgileri ekleselermiş. İçimdeki Çocuk Sergisi’nde de böyle yapmışlardı ama bu durum keşmekeş yaratıyor.

 


Sergiyi genel olarak çok beğenmedim. Dijital dünyanın getirilerinden biri olarak instagram üzerinden sergideki neredeyse tüm eserleri görmüştüm zaten. Bodrumdaki canlandırmaları çekmek yasak olduğu için sürpriz oldu ve en beğendiğim kısım da orasıydı.

 

Sergi bana çok ilginç gelmese de köşkü görmek için bir fırsat, eğer vaktiniz varsa bir iki saatinizi bu sergiye ayırabilirsiniz. Belirtmeliyim ki eserler çocuklar için çok uygun değil, bebekle bile gelenler vardı, dikkat etmek gerek.

 

Son olarak, kitap okuyamama durumumu Tatar Çölü’nü tekrar okuyarak kırmaya çalışıyorum. 2 aydır kendi çölümün farkına vardığım için, bu bakış açımla tekrar geri dönmem gerekiyordu. Kitaptan bir alıntıyla yazıyı bitiriyorum: “Bir sayfa, böylece, yavaşça çevrildi ve tüketilmiş günlere eklenerek öbür tarafa geçti, şimdilik biriken sayfalar ince bir cilt oluşturmakta ama buna karşılık kalan sayfalar bitmek bilmez bir hacim sunmaktadır. Ama yine de biten bir sayfadır, teğmenim, yaşamın bir parçası.”



26 Ağustos 2022 Cuma

Sessiz Ev ve Diğerleri



Bir süredir bloga post yazmayı düşünüyordum ama erteliyordum, bu üşengeçliğimi kıran şey sevgili Edischar’ın yorumu oldu. Kış bitti, sıcaklardan bunalmış bir şekilde gelecek kışı bekliyorum ve buradayım.

 

Bu süreçte hayatımda değişiklikler oldu. Bütün üniversite hayatıma -uzunca bir süre- tanık olan bloguma/blogdaşlarıma bu haberi artık verebiliyorum: Mezun oldum! Çap yaptığım bölümü de bitirdim ve artık okula sadece arkadaşlarımla buluşmak için gidiyorum. Mezuniyet sonrası yaşanacaklar beni hep korkutmuştu ve şimdi kendimi haklı buluyorum; korktuğum kadar varmış. Staja başlamak beni büyük bir karamsarlığa sürükledi, meslekte gördüğüm kişiler adına çoğu zaman utanıyorum ve bu hep böyle mi devam edecek merak ediyorum. İçimdeki karamsarlık, mutsuzluk ve umutsuzluk her iş gününde büyüyor. Bu durumla pek başa çıkabildiğim söylenemez. Muhtemelen herkes gibi alışacağım, zamanla karakterimin köşeleri törpülenecek ama bunun olmasını hiç istemiyorum aslında. Gün içinde kendimi rahat hissettiğim tek zaman dilimi Boncuk’la olanlar…

 

Dersti, sınavdı, staj arayışıydı derken okuma hedefimde de oldukça geride kaldım. Bu durum beni üzüyor ama maalesef kafamı okuduğum kitaba pek veremiyorum, gelecek kaygısı beni tamamen ele geçirmiş durumda. Öyle ki bazen sadece kaygı ve stresten ibaretmişim gibi geliyor. Bu yüzden kafa yormayan sakin diziler izliyorum. Virgin River buna güzel bir örnek: Kendisi kitaptan uyarlama bir dizi, kitabını okumuştum ancak dizide olaylar genelde değiştirilmiş ve uzatılmış. Karakterlerin yaşadıklarını pek sevmiyorum ama olayların arkasında kasabayı görmek beni dinlendiriyor. Hope’un verandasında oturup, sadece boşluğa bakmak istiyorum.

 


En son bitirdiğim kitap Orhan Pamuk’tan Sessiz Ev: Okuduğum diğer Pamuk romanlarına göre değişik geldi bana. Yine bir aile hikayesi ancak her bölüm farklı karakterlerin ağzından anlatılıyor ve düşünceleri bilinç akışı tekniği kullanılarak yazılmış. Arka planda 80’lerin siyasi gerilimini, zengin/fakir ikilemini işlemiş. Aşk temalı bölümleri beni sıksa da, karakterlerin mutsuzluklarını ve iç çatışmalarını okumaktan keyif aldım. Kitapta hiçbir karakteri tamamen sevemiyorsunuz ama aynı zamanda nefret de edemiyorsunuz.

 

“Bir zamanlar dünyanın güzel bir yer olduğunu düşünürdüm, çocuktum, aptaldım. Panjurları kapadım, sürgüyü çektim: Dünya orada kalsın.” 

 

Hafta sonuna geldiğimiz için bu alıntıyı gerçekleştireceğim, kendi içime çekileceğim. Belki de dış dünyadan etkilenmeyen küçük bir kısım vardır, ne dersiniz?



27 Ocak 2022 Perşembe

Kar ve Kitap



Balkonumdaki karlar neredeyse erimişken, güncellenen sınav takvimine göre hiç tatilim yokken, çalışılması gereken dersler gün geçtikçe Everest Dağı’nı aratmazken oturup blog yazmaya karar verdim. Blog ne de olsa her zaman bizi bekleyen sanal evimiz… Öyle değil mi?

 

“Soğuk, çok soğuk bir kış geçirdik. Üzerime demirden bir palto giymiş gibiydim, kaskatıydım.” *Kış Yolculuğu, s. 72


Takip ettiğim hava durumu hesapları karın geleceği müjdesini verdiğinden beri bir gözüm pencerelerde karı bekledim. Ha yağdı ha yağacak… Tam olarak tatmin olmasam da bu kadar yağmasını beklemiyordum. Pazar sabahı karlı bir güne uyandım ve sonrasında aralıklarla devam etti.

 

Sabah kalkıp, perdeyi çekince çatılardaki karı görmek insana mutluluk veren olaylardan biri. -Çaydanlıktan çıkan buharın da bana huzur verdiğini fark ettim.- Karın kötü yanını yaşamadığım için, benim için sevinçli geçen günlerdi. Kar topu oynadım, kar yağarken yürüyüş yaptım, balkonda kaymamaya çalışarak kahve içtim…

 



Tabii bunlar yanıma kâr kalmadı. Ertelenen sınavlar, 10 gün olan yarı yıl tatilinin sonuna kondu ve böylece aslında tatil ortadan kaldırılmış oldu. İç karartıcı bir konu olduğu için bu bahsi kapatmak istiyorum.

 

Ders çalışırken eskiden daha çok kitap okuyordum, bu sıralarsa daha çok izliyorum. Yemek yerken izlemeye başladığım film veya diziye sonra da devam ediyorum. Bu durumun bir çözüme ihtiyacı var ama öncelik sıralamamda gerilerde olduğu için biraz daha bekleyebilir.

 


Bahsetmek istediğim iki kitap var aslında. Öncelikle ilk defa Ursula Le Guin okudum: Rocannon’un Dünyası. Yazarın ilk romanı olduğu için belki de başlangıç için iyi bir seçim değildi ama Sürgün Gezegen’i indirimden almıştım, Hainish Cycle serisinin ikinci kitabı olduğunu bilmeden. Aslında bağımsız da okunabilecek bir seriymiş ama ilk iki kitabını art arda okumak istedim -manasız bir istek-. Sınav döneminde başka bir evrene geçme isteğiyle kitaba başladım. Belki de bu yüzden hayal kırıklığına uğradım. Aslında kurguda, yaratılan evrende ve türlerde sorun yok; hatta bu kadar kısa bir kitapta yeni bir dünya yaratıp okuyucuya anlaşılır bir şekilde aktarabilmek takdire şayan ama bu durum kitabın içine girebilmemi engelledi. Karakterlerin iç dünyalarına pek değinilmediği, hep olayların olduğu ve betimlemelerin de yetersiz olduğu bir kitapta kendine yer bulabilmek ve bağlanabilmek zor.

 

Sözünü ettiğim diğer kitabı ise şu an okuyorum: Kış Yolculuğu. Selçuk Baran daha önce okumamıştım, neden okumamışsam. İstiklal YKY’den alırken, görevli seveceğimi düşündüğü Ian McEwan’ın Hamamböceği kitabını da önermişti. YKY’deki kitap öneren çalışanları çok seviyorum, kitaplar hakkında bilgisi olmayan, ruhsuz çalışanlardan sonra ilaç gibi geliyorlar. Ben de çoğu zaman önerdiklerini de alıyorum. -Konuyu dağıttım, kafam gibi cümlelerim de dağınık.- Kış Yolculuğu’nın ilk iki hikayesini okudum zaten toplamda üç hikayeden oluşuyor. Yazarın kalemini beğenmenin yanında öykülerindeki sakin hüznü de sevdim. İncelikli, kırıp dökmeyen ama yine de hissedilen... Uzun zamandır böyle beğendiğim bir hikaye kitabı okumamıştım.

 

Size de seveceğiniz kitaplarla dolu, sevinçli günler diliyorum.