kırmızı kedi yayınevi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kırmızı kedi yayınevi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Nisan 2020 Çarşamba

HAFIZ İLE SEMENDER - HAYDAR ERGÜLEN

28
Kırmızı Kedi Yayınları
273 sayfa

2015 TÜYAP kitap fuarından Haydar Ergülen’in Bütün Şiirleri 1-2’sini alıp, Nar’ı (Bütün Şiirler 1) hemen okumuştum.

Haydar Ergülen lisedeki edebiyatçımın sevdiği ve övdüğü şairlerden biriydi. Bu yüzden benim de beklentim büyüktü ve seveceğimi düşünüp iki kitabı da almıştım. Nar’da beğendiğim şiirler olmasına rağmen umduğumu bulamamıştım. Hafız ile Semender’i bu yüzden erteleyip durdum.

Geçenlerde canım şiir okumak istedi ve evdeki tek okunmamış şiir kitabı Hafız ile Semender’di. Kitabın bir kısmı Lina Salamandre’ın şiirleri ve Ruth Huntley için yazdığı mektuplardan oluşuyor. Kitabın içinde Birhan Keskin’in mektubu da var. Kim Bağışlayacak Beni kitabında yer alan Ruth şiiri de bu iki aşıktan esinlenilmiş –harika bir şiirdir “Ruth, mutsuz meleğim”-.

Kitapta en çok Ruth’a yazılmış mektupları sevdim. Sanıyorum ki Haydar Ergülen’in şiirleriyle pek uyuşamıyoruz. Belki zamanı değildi bilmiyorum ama altını çizdiğim dizeler bile bir elin parmaklarını geçmez. –Tamam, abarttım.-

“Bilmiyorum. Bildiğimse, kimsenin kimseyi anlamamak için anlaşmış olduğu bir dünyada yaşadığımız… Hayatın ne olup olmadığı beni artık fazlaca ilgilendirmiyor, hayat ne olursa olsun ben kaybolmayı istiyorum.”

“Çiçek adlarını aklında tutma
unutursun kırılırlar”

“Ev biziz
en çok üşürken birbirimize”


30 Ekim 2019 Çarşamba

CEZA SÖMÜRGESİ - FRANZ KAFKA

79
Kırmızı Kedi Yayınları
Çeviri: İlknur Özdemir
55 sayfa

Kafka’yı ne kadar sevdiğimi biliyorsunuz, karamsar olduğum zamanlarda Kafka okumaktan da ayrıca keyif alıyorum. Biraz kitaplarını tüketmenin hüznünü hissediyorum. Canım Kafka… Neyse ki defalarca okuyabilme eklentisiyle dünyaya gelmişim. Bu cümleyle ferahlayalım çünkü kitabı okurken geçen süre boyunca rahat nefes alma imkanı yok.

Ceza Sömürgesi, Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı dönemde yazılmış. Kitapta, ceza sömürgesine gelen bir gezginin gözünden bir infaza tanık oluyoruz. Konunun işlenişi bana Dava’yı andırdı.

Kafka’nın dünyayı en doğru yansıtan yazarlardan biri olduğunu düşünüyorum; adaletin aslında adaletsizliği, temel hak ve hürriyetlerden söz etmek mümkün değil, nerede savunma hakkı suçunu bile bilmezken… Ceza Sömürgesi 55 sayfa ama her sayfası çok etkili. Alet’in ve çalışma mekanizmasının anlatıldığı kısımlarda ciddi olarak midem bulandı. Sadece Kafka bir alet üzerinden toplumu ve sistemi eleştirip bu kadar etkili yazabilirdi. Ayrıca küçük bir ironi: kitabı Türk Anayasa Düzeni dersinin aralarında okudum.

“Bu makine pek çok bileşenden oluşuyor, şurasında burasında bir şeyler kopuyor ya da kırılıyor; ama bu, bizim makine hakkındaki genel düşüncemizi etkilememeli.”



3 Nisan 2019 Çarşamba

YAŞIYORUZ SESSİZCE - ŞÜKRÜ ERBAŞ


16
Kırmızı Kedi Yayınevi
81 sayfa

Sıradan bir vize haftası. Ders çalışıyorum. Ders kitabı dışında başka bir şey okumak istiyorum, elim Değersiz Bir Hayat’a gitmiyor. Gözüme Şükrü Erbaş kitabı takılıyor. Alıyorum. İlk şiir, ikinci, üçüncü derken kendimi şairin “iki kişilik yalnızlığı”nda buluyorum. Bu kitap bir ağıt. Şükrü Erbaş’ın ölen sevgilisine, Hatice’sine, Ömür Hanım’a…

Yaşıyoruz Sessizce şiirler kadar, hatta belki daha vurucu bir Hatice Erbaş sözüyle başlıyor:
“Babanız içerde şiir yazıyor diye çocuklarımı sessiz ağlattım ben.”

***

“Sevmenin, dünyayı sevmek olduğunu senden öğrendim.”

“Kimi seviyorsan acısı sende kalıyor”

“Senin Tanrıya inandığın kadar
Tanrı da sana inansaydı
Saygıyla gülümseyerek dünyaya
Yaşar giderdi evimizde
Ben seni sevdikçe, kim bilir
O da kendini severdi.”

“Susarak büyümüş iki çocuktuk biz, kendisini sevmeyi bilmeyen. Yanımızda birisi olmadan sevincimizden utanırdık.”

“Gidelim diyorum. Gidelim diyorsun. Sermayemiz hayal.”

“Sonsuzluk kirpiğimizde serçe kuşu. Bir kanadı hayal, bir kanadı hatıra. Konup konup kalkıyor çaresizliğimize.”


Sizinle paylaşmak istediğim daha çok alıntı var. Yazamadım hepsini. En iyisi okuyun siz.


30 Ağustos 2018 Perşembe

İNSANIN ACISINI İNSAN ALIR - ŞÜKRÜ ERBAŞ


52
Kırmızı Kedi Yayınevi
256 sayfa

Düşünün ki tanımadığınız bir şehre yalnız gelmişsiniz. Sokaklarında anılarınız yok, dost çevreniz yok. Her şeye sıfırdan başlıyorsunuz. Yeni insanlarla tanışıp, arkadaş oluyorsunuz. Alışmaya çalışıyorsunuz. Bu duygularla Karanfil Sokak’taki Dost Kitabevi’ne girdiğinizde, beni al diye bağıran kitap Şükrü Erbaş’tan İnsanın Acısını İnsan Alır oluyor.

İşte böylece kitaplar da insanların ihtiyacını anlayabiliyor.

Daha önce Şükrü Erbaş’ın Bütün Şiirler 2’sini okumuştum. Bu kitabı ise yazılarının derlemesi. Önce insanı anlatmış Erbaş, acısını, aşkını, yalnızlığını, yabancılığını… Siyasi olaylara değinmiş. Sonra çeşitli şairler hakkında yazmış: Nazım Hikmet, Orhan Veli, Gülten Akın…

Aslında yazarın 3 deneme kitabının derlemesi elimdeki kitap: Bir Gün Ölümden Önce, İnsanın Acısını İnsan Alır, Gülün Sesi Gül Kokar. İçinde kesinlikle okumalısınız dediğim yazılar var. Benim için yazıldığını düşündüğüm satırlar mevcut, bakalım siz de kendinizi bulacak mısınız? Bence bir deneyin. :)

“Büyük kentin en iyi yanı ne biliyor musunuz? Her şey sizi yeni, başka bir düşe götürüyor. Hiç tanımadığınız insanları düşünmeye başlıyorsunuz. Başka yerde yüz yılda göremeyecekleriniz yüz adımda önünüzde.”

“İnsan yaşama gücünü her zaman elde ettiklerinde bulmaz. Bir düşü büyüten onun uzaklığı değil midir biraz da?”

“Dağıstan’da Avarlar, hayatını istediği gibi yaşayamamış insanların mezar taşlarına “yüz yaşına kadar yaşadı ama dünyaya gelmedi” diye yazarlarmış.”

“Sevmek, yaşamın bizi sürüklediği uçurumun kıyısında tutunduğumuz o incecik gelincik sapı, ölümle dirim arasındaki baş dönmesidir.”

“İnsan bağışlayarak yener yanlışı. İnsanın acısını insan alır. İyilik böyle kolay yenilmez…”

“Ayrılık ne biliyor musun? Ne araya yolların girmesi, ne kapanan kapılar, ne yıldız kayması gecede, ne güz, ne ceplerde tren tarifesi, ne de turna katarı gökte… İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık.”

“Sanat kültüründen yoksun, yaşamında bir kitap okumamış, şov merkezleri tarafından pompalanan popüler kültürün tüm düzeysizliği ile lumpenleştirilmiş insanı, gerçek sanat yapıtlarına yöneltmek oldukça zor ve zahmetli bir uğraş.”



9 Temmuz 2018 Pazartesi

BÜTÜN ŞİİRLERİ 2 - ŞÜKRÜ ERBAŞ


38
Kırmızı Kedi
173 sayfa


“Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni oluşturdu, ben acılarımı buldum.”

İlk defa Şükrü Erbaş okuyorum, bu yüzden neden Bütün Şiirleri 1’i değil de 2’yi tercih ettiğimi merak edebilirsiniz.

Kitabı aldığım dönem sürekli Ömür Hanımla Güz Konuşmaları’nı dinliyordum. –Çok güzeldir, dinlemek isterseniz alta bırakıyorum.- Okumak da istedim ve araştırmalarımın sonucunda Bütün Şiirleri 2’nin içinde olduğunu gördüm.

“Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür Hanım. Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın binlerce engeli yığıldı önümüze. Hangi birini yenebilirdik bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi öğrendik böylece…”



Bütün Şiirler 2; Bütün Mevsimler Güz, Dicle Üstü Ay Bulanık, Kül Uzun Sürer, Derin Kesik kitaplarından oluşuyor.

İçinde aşk şiirleri olduğu kadar, siyasi şiirlerde var. Birkaç düzyazı da mevcut.

Derin Kesik en az stickerladığım bölüm olmuş. Diğer üç kısmı daha çok sevdim. Ülkenin Uçurumu, İmrenin ve Yakının, Ömür Hanımla Güz Konuşmaları, Kocaman Bir Çocuğu Öpüyorsun favorilerim oldular.

Arada şiir molası vermeyi ihmal etmeyin. Keyifli okumalar!

“İnsanların çevremde açtığı yalnızlığı
Yine onlarla doldurmak için
Güneşle birlikte çıkıp yataklardan
Ay ışığı ile dönüyorum evlere
Azalan ömrümü böyle uzatıyorum.”

“Yaşamak hükmünü sürdürse de tenimizde
Herkes biraz kendi cenaze töreninde…”

“Kimsenin kalmadığı darmadağın köylerde
‘Önce Vatan’ yazısı bir hüzün değil midir?”

“Herkes ölçülü bir incelikle birbirine elini uzatıyor, ama kimsenin eli kimseye değmiyordu. Dokunmak nesnesiz bir duyguydu, insanın gövdesinde taşa kesilen. Küçük adamların büyük yalnızlığı doldurmuştu dünyayı.”

“Büyüklerin bunca uzun yaşadığı bir ülkede
Bir onur dersi midir çocukların ölümü?..”




22 Mart 2018 Perşembe

MARİNA - CARLOS RUIZ ZAFON

kırmızı kedi

13
Kırmızı Kedi Yayınevi
Çeviri: Başak Öztan
220 sayfa



“Kendi sorunlarından uzaklaşmak için başkalarının sorunlarını okumak gibisi yoktur.”

Zaman zaman hiç adını duymadığım kitapların büyüsüne kapıldığımı ve ‘beni al’ çığlıklarına karşı koyamadığımı biliyorsunuz. Marina’da bunlardan biri.

Beni kitaba çeken ilk unsur kapağıydı. Etkileyici bir resim olduğunu düşünüyorum. Kırmızı Kedi’den de çıkınca seveceğimi hissettim. Siparişim elime ulaşınca hemen başladım.

Yazarın adını duymama rağmen aslında Carlos Ruiz Zafon, İspanya’nın yaşayan yazarları arasında en fazla tanınanıymış. Pek çok uluslararası ödülün de sahibiymiş. Marina yazarın, eserleri arasındaki favorilerinden biriymiş. Bunları size önsözden aktarıyorum.

Konusuna bakacak olursak, Barcelona’da yatılı okulda kalan Oscar şehri keşfetmeyi çok seviyor ve bu sayede Marina’yla tanışıyor. Kitap adını bu karakterden alıyor.

Yazar, sanıyorum ki Frankenstein’dan esinlenmiş. Ayrıca karakterlerden birinin adı Maria Shelley. Frankenstein’ın yazarı Mary Shelley’e selam olsun.

Marina genç-yetişkin eseri olsa da içinde yer yer korkutucu bölümler içeriyor. Gece iki de okurken irkildiğimi itiraf edeyim. Yine de uzun zamandır kitap okumak için geç saate kadar oturmamıştım.

Beğendim Marina’yı. Yazarın diğer kitaplarını da almayı düşünüyorum.

“Yalnızca gidecek bir yeri olan insanlar kaybolur.”

“Bazen en gerçek şeyler yalnızca hayal gücünde yaşanır… Asla yaşanmamış olanı hatırlarız sadece.”

“Cehenneme giden yol iyi niyetlerden oluşur.”




1 Mayıs 2017 Pazartesi

31) KENDİ GECESİNDE - İNCİ ARAL


Kırmızı Kedi Yayınevi
355 sayfa



Kendi Gecesinde, İnci Aral’dan okuduğum ilk kitap. Çağnur okumuş, biraz bahsedince ben de okuyayım dedim ve bana ödünç verdi. Teşekkürler Çağnurella 😍

Yazardan ne beklemem gerektiğini bilmiyordum, sadece umutlarım vardı. Kendi Gecesinde beni hayal kırıklığına uğratmadı ve kitabı sevdim.

Kitapta, dünyaya direnmeye, zaman zaman tutunmaya çalışan Hayali ve Reyan’ın hikayesi anlatılıyor. Bu arada ikisinin erkek olduğunu belirteyim. 


Yazarın dilini sevdim, anlatımını sevdim, kitabın yarısını stickerladım. O zaman alıntılara geçelim. :D



gif, kitap yorumu, kağıt salıncak, lgtb, kırmızı kedi


“Tedbirli olayım derken, olmakla olmamak, sevmekle sevmemek, bir şeyler yapmak ve hiçbir şey yapmamak arasında gidip geliyordum.” /9

“Herkese benzemeyeni öbür tarafa, yalnızlığa itiyorlar. Parazit, hatta yok sayıyorlar ama yok sayılan yok olmuyor, ölmüyor.” /49

“Dünyadaki bütün acıları üstlenmiş gibiydim.” /112

“Ölümün, genç ölümün insanı üzen yanı, geriye bitmemiş, yaşanmamış, doyurulmamış pek çok şeyin kalıyor oluşu. Sabahlar, geceler, kuşlarla dolu korular, yalnızlıklar, hüzünler, eski ayakkabılar, uzaktan uzağa aşklar, söylenmeden kalmış sözler.” /119

“Belki de karşılıksız aşklar daha şiddetli oluyor, daha uzun sürüyor. Biraz da kederimize, çılgınlığımıza bağımlı hale geliyoruz çünkü.” /135

“Hayaller. Belki de hepimizin hayatı olmayacak hayallerden, kısacık tatlı anlardan ya da tek bir anlamsız hatadan başka bir şey değil.” /138

“Sürgün uzaklarda mıdır her zaman? Hayır, insan önce kendinden, kendi içinden sürülüyor.” /140

“Her ölümle kendi ölümümüze yaklaşıyoruz. Ölüm de birikiyor çünkü. İnsanın, hayatının hiçbir önemi, değeri, hikayesinin hiçbir ilginç yanı olmadığını düşünüp ölmek istediği zamanlar oluyor. Sonra başka bir ölüm ya da sevdiğin biri ölmekten vazgeçiriyor seni, yaşadığına sevindiriyor.” /233

“Bizim sanatçımız, kabiliyetli, üretici insanlarımız da talihsizdir. Çoğunu harcamışlardır. Hapislere tıkmış, önlerini kesmiş, anlarına kastetmişlerdir.” /237


“Karanlığa itelediğimiz anılar en aydınlık anlarımızda bir yerlerden çıkagelip neden havayı bulandırıyorlar böyle?” /285


19 Ekim 2016 Çarşamba

67) SIRÇA FANUS - SYLVIA PLATH

kağıt salıncak kitap

Kırmızı Kedi Yayınevi
Çeviren: Handan Saraç
251 sayfa

“Çünkü nerede olursam olayım –bir gemi güvertesinde, Paris’te bir sokak kafesinde ya da Bangkok’ta- hep aynı sırça fanusun içinde kendi ekşimiş havamda bunalıyor olacaktım.”

Sylvia Plath, onedio’ya göre benim ruh eşim olan yazarmış. :D Bu testi çözdüğümden beri yazarı okumak istiyordum. Derken, Kitap Eylemi okuyunca, Sırça Fanus’u işgal ettim.

Kitaba başlamak için moralimin bozuk olduğu bir geceyi seçtim –ki bence ideal zamandı. Biraz hüzünlü olunan uzun sonbahar/kış geceleri Sırça Fanus için biçilmiş kaftan.

Plath otobiyografik bir roman yazmış. Kahramanımız Esther Greenwood’un yazarla oldukça fazla ortak özellikleri var.

Esther görünüşte herkesin kıskanacağı bir hayata sahip. New York’ta bir moda dergisinde çalışmayı kim istemez? Ama biliyorsunuz ki, bu durum buz dağının görünen kısmı. Öteki kısmından ne haber?

Plath, ileri derecede manik depresifmiş ve bu, kitapta oldukça açık. Melankoli duygusu kitaba hakim. Bu nedenle Polyanna olduğunuz günlerde, sevilecek bir kitap değil.

Sırça Fanus –ortalardaki 50-60 sayfa hariç- benim için akıcıydı. Daha ağır bir kitap olacağını düşünmüştüm. (Kan olan bölümleri, benim için, biraz zorluydu. Kan tutması meselesi.)

Kitabı bitirip, kapağı kapatınca onedio’nun tespitini düşündüm. Sağ olsun, yine hata yapmış. :D İlk kısımlardaki Esther’in ruh halini anlayabilirim ama ilerisi beni biraz aşıyor.

Yine de biraz bunalmak istiyorum derseniz, kendi sırça fanusunuzun ne kadar dar olduğunu ve aslında dünyada kapana kısıldığınızı görmek isterseniz… Okuyun efendim.

Plath’ı anlamaya çalışmak için.

İnsanlar neden intihar eder, neden çocukları varken kafasını gaz fırınına sokar? Düşünmek için.

Kitabı sevdim. İyi okumalar. :)



“Aslında benim hiçbir şeyi idare ettiğim yoktu, kendimi bile.”

“Tıpkı bir kasırganın merkezindeki sakin bölge gibi durgun ve bomboştum, çevremdeki karmaşanın içinde yuvarlanıp gidiyordum.”

“Sessizlik bunaltıyordu beni. Sessizliğin sessizliği değildi bu. Benim kendi sessizliğimdi.”

“İnsanların bana bakmaları için gerçekten bir neden göremiyordum. Pek çok insan benden daha tuhaf görünüyordu.”


“Sırça fanusun içinde ölü bir bebek gibi tıkılıp kalan insan için dünyanın kendisi kötü bir rüyadır.”


15 Eylül 2016 Perşembe

58) KARIŞIK KASET - UYGAR ŞİRİN


Kırmızı Kedi Yayınevi
292 sayfa


Karışık Kaset önce filmini izleyip sonra okuduğum bir kitap oldu.

Uygar Şirin, yazarımız, 1972 doğumlu. Yayımlanmış üç romanından sonuncusu Karışık Kaset. Ayrıca filme çekilmiş iki senaryosu da mevcutmuş. (Filmleri izlemeyi planlıyorum.)

Karışık Kaset, 90’ların saflığına sahip, Ulaş adında bir çocuğun ağzından anlatılıyor. Ulaş içimizden biri, düşünceleriyle, kullandığı kelimelerle, araya sıkıştırdığı küfürlerle ve zihninde susmak bilmeyen şarkılarıyla… Bir de İrem var tabii ki… Ferhat’ın Şirin’i varsa, Ulaş’ın da İrem’i olmalı…

Kitap üç bölümden oluşuyor: 1990, 2000 ve 2010. Bu yılların ne anlama geldiğini okuyunca göreceksiniz. :D

Karışık Kaset, aşk kitabı gibi görünse de aynı zamanda dönemlere göre şarkıları anlatan bir kitap. “Şarkılarla Hayatımız” temalı bir roman :D

Kitap, geçenlerde okuduğum Elenor&Park’la aynı doğrultuda… Bu nedenle Elenor&Park’daki eksikliği buldum. Samimiyet! Çeviri kitap olmasından kaynaklanan bir şey sanırım ama karakterler donuktu.

Ulaş’sa çok ben gibi… Gündüz düşleri görüp, bir dakika dahi olsa ona inanan biri… Değirmenlere karşı duran bir kitap kahramanı…

Film, her zaman olduğu gibi, kitabın gerisinde kalmış. O yüzden kitabı alıp, okuduğum için mutluyum.

Siz de okuyun, pişman olmazsınız :))


“En büyük aşkım dediğimiz şeyin hikayesi topu topu 10 sahne ve 25 cümleden ibaret.”

“Pazartesi sendromu henüz icat edilmemişti ama Pazar melankolisini iliklerimize kadar hissediyorduk.”

“-Zormuş.
-Anlatılınca bana da öyle göründü şimdi. Yaşarken o kadar zor gelmiyor aslında.”

“Bence bir insan Sezen Aksu konserine tek başına gidiyorsa yalnızdır.”

“Yaşlanmanın korkutucu yanı ölümün yaklaşması değil, gerçekleştiremediğin hayallerin için kurduğun “Canım, nereden bakarsan daha önümde … yıl var” cümlesindeki boşluğa yazdığın sayının giderek küçülmesi.”

“Bir çuval duygu anasını satayım, yüklemişim sırtıma, kendimi bildim bileli taşıyorum. İçinde bağımlılık var. Çaresizlik var. Acı. Hayal kırıklığı. Öfke, en çok. Gel gör ki bunların yanında yersiz bir umut da var. Çocukça. Zaten bütün bunların çocuklukla muhakkak alakası var. Başımıza gelenlerin sorumlusu o bence. Hepimizi oynatan şerefsiz kuklacı!”

“-Yazmayı değil okumayı seviyordu büyük ihtimalle.
-Çünkü anlatmayı sevmiyordu. Anlamaya çalışmayı seviyordu.”

“Yalnızlık genlerime işlemiş. Yalnızlık benim için bir tercih değil.”





22 Haziran 2016 Çarşamba

50) İKNA - JANE AUSTEN + FİLM

kitap yorumu, ikna, kırmızı kedi

Kırmızı Kedi Yayınevi
Çeviri: Serim As Özdemir
264 sayfa


Jane Austen’in tüm romanlarını okuma kararımdan bahsetmiştim. Şimdiye kadar Aşk ve Gurur/ Gurur ve Önyargı ile Northanger Manastırı’nı okudum. Yola İkna ile devam etmek istedim.

Neden İkna’yı seçtim? İtiraf etmeliyim ki kapağı etkili oldu. :D Kırmızı Kedi yeni basımlarında kapağı değiştirmiş ama bendekini daha çok beğendiğimi söylemeliyim.

İkna bazı yayınevleri tarafından İnanç olarak çevrilmiş. Bence ikisi de konuya uygun ama İkna ismini tercih ederim.

Konusuna küçücük değinirsek, kibirli bir babanın kızı olan Anne ona hiç benzememektedir. Yani klasik Jane Austen ailelerinden biri: sadece kız çocukları olan baba, kardeşlerinden farklı bir kız, miras… Bir de kalpleri hoplatan yüzbaşımız var.

Yüzbaşı Wentworth sevdiğim karakterlerin içine girdi ama Mr. Darcy gibi olamadı. :D

İkna genel olarak Anne’in iç dünyasını anlatıyor. Eğer Anne’i severseniz kitabı da seveceğinize eminim.  


“Hoş tavırların insanı zaman içinde razı edemeyeceği bir kişisel kusur yoktur.”

“ Ancak kalabalığın içinde bulabileceği yalnızlığa ve sessizliğe ihtiyacı vardı.”

“Ruhumu delip geçiyorsunuz. Bir yarım acı çekiyor, öbür yarımsa umut dolu.”


Yönetmen: Adrian Shergold
2007 – İngiltere
Dram, Romantik
120 dk

Alıntılardan sonra filme de biraz değinelim. :D

Filmi İkinci Şans olarak çevirmişler ve bence hoş bir çeviri olmamış.

Persuasion genel olarak kitaba bağlı ilerlese de değiştirilen çok fazla sahne vardı. Eksik sahneleri saymıyorum bile. Evet, kabul ediyorum kitabı 2 saate sığdırmak zor, bazı kırpmalar mazur görülebilir lakin sonunu niye değiştiriyorsunuz? Niye?!

Oyunculara bakarsak, Anne karakterini farklı hayal etmiş olsam da Sally Hawkins altından kalkmıştı. Rupert Penry-Jones’u yüzbaşı olarak sevdim. Tobias Menzies, Outlander'dan beri pek hoşlandığım bir oyuncu deği. Canlandırdığı karakteri de sevmediğimden sorun olmadı. :D

Filmi izlemeden önce, kitabı okumanızı tavsiye ederim. Kesinlikle kitap daha güzel ve olaylar daha anlaşılır oluyor.




19 Haziran 2016 Pazar

49) BİR KADININ HAYATINDAN 24 SAAT - STEFAN ZWEİG

Bir Kadının Hayatından 24 Saat

Kırmızı Kedi Yayınevi
Çeviri: İlknur Özdemir
97 sayfa

Bir Kadının Hayatından 24 Saat ilk okuduğum Stefan Zweig kitabı. Yazarın en ünlü kitapları Amok Koşucusu ve  Satranç ancak ben başlangıç olarak bu öyküsünü seçtim.

Kitabı okurken Zweig’in en basit olguları bile bayağılaştırmadan betimlemesini beğendim. Böylece daha farklı bir perspektifle olaylara bakmamı sağladı.

Kitap başlıktan da anlaşılacağı üzere, bir İngiliz hanımefendisi Mrs. C.’nin hayatından 24 saati anlatıyor. Anlatımı çok beğenmeme rağmen, konunun daha şaşırtıcı, vurucu olmasını bekliyordum. Bana göre biraz basit kaldı.

Kitapta bir tutkunun insana neler yaptırabileceği açıkça görülüyor. Bu açıdan psikolojik bir öykü tanımlamasını getirebilirim.

Kırmızı Kedi’nin kapak tasarımlarını çok beğendiğimi tekrardan söylemeliyim. :D

Stefan Zweig kitaplarına Satranç’la devam etmeyi planlıyorum. İyi okumalar J

“…eğer belli bir amacınız yoksa yaşamak bir hatadır.”


“Ama az önce dediğim gibi acılar korkaktır, yaşamayı fazlasıyla talep edersek korkup geri çekilir, bu talep ruhumuza gömülü aşırı ölüm isteğinden daha güçlü bir şekilde etimize gömülüdür.”


17 Haziran 2016 Cuma

48) DR. JEKYLL VE MR. HYDE'IN TUHAF HİKAYESİ - ROBERT LOUİS STEVENSON

Robert Louis Stevenson

Kırmızı Kedi Yayınevi
Çeviri: Aylin Yengin
119 sayfa

Dr. Jekyll ve Mr. Hyde’ın Tuhaf Hikayesi günümüzde birçok diziye konu kaynağı oluyor. Bu dizilerden hiçbirini -46 Yok Olan hariç- izlemedim. Kitabın arka kapağına da göz atmadım. Bu nedenle kitaba merakla başladım.

Kitabın ortalarında instagram’da fotoğraflara bakıyordum ve spoilerı yedim. Siz siz olun, fotoğraflarına falan bakmayın, olayı direk anlıyorsunuz. :D

Çok kısa olduğu için bir çırpıda bitti hatta daha konu yeni ısınmıştı n’oluyor falan dedim. :D Çünkü konunun çevresinde fazla vakit kaybedilip, ana temaya son sayfalarında ulaşıldı. Ama telaşlanmayın, vurucu bir son sizi bekliyor.

Kırmızı Kedi Klasikler serisinden ilk okuduğum kitap olduğunu da belirtmeliyim. Çevirisi güzel, kapak tasarımı harika…

Filmlere, dizilere konu olan bu klasiği okuduğum için mutluyum. ‘izleme’ kısmına başlayabilirim. :D

“Soru sormak konusunda ciddi çekincelerim vardır; sorulan sorularla mahşer günü arasında çok ortak nokta olduğunu düşünürüm. Bir soru sorduğunuz anda, sanki bir taş yuvarlanmaya başlar. Hani bir tepenin kıyısında sessizce oturuyorsunuzdur ve yuvarlanarak aşağıya doğru inen taş diğer taşlara çarpar, sonra öbür taşlar peşinden yuvarlanmaya başlar ve en sonunda taşlardan biri gelir, evinizin arka bahçesinde oturan (asla aklınıza gelmeyecek birinin) yaşlı bir adamcağızın kafasına çarpar ve adamın çocukları da yetim kalır.”

“…hayatımızın hepimizin üzerine korkunç ağırlıkta bir yük bindirdiğini, bunun sonsuza dek insanın omuzlarında durmaya devam edeceğini ve ondan kurtulmaya çalıştıkça daha tuhaf ve şiddetli bir baskıyla geri döndüğünü öğrenmiş bulunmam.”


“Her şey bir gün sona erer; insan en büyük tedbirleri alır ama yine de en sonunda, kötü yanda bir anlık teslimiyetin sonucunda, ruhun dengesi bozulur.”


8 Mayıs 2016 Pazar

37) KADIN - YILMAZ ÖZDİL


Kırmızı Kedi Yayınevi
324 sayfa

Kadın’ı Tüyap’tan almıştım. Kış okuma şenliği listemdeydi ama yetiştiremedim. Ben de tramvayda gelip giderken okudum.

Kadın, Yılmaz Özdil’in “KADIN”lar hakkındaki köşe yazılarının toplamı. İçinde kimler yok ki… Bitki Ana Asuman Efe’den Semra Sezer’e, çocuk gelinlerden ünlülere kadar birçok isim yer alıyor.

Bir kadının hayatı, kim olursa olsun, zorluklarla dolu. Cinsiyet ayrımcılığıyla başlayan bu sorunlar, kadını insan kabul etmemeye kadar ilerleyebiliyor. Sonuç: kadına şiddet. Yıllar ilerledikçe azalıp, ortadan kalkması gereken bu kavram aksine artıyor.

Biliyorsunuz ki kadının ilk görevi “börek yapmak”. Yapamıyorsa onu döven kocasının suçu ne? Kadın evinde oturmalı, boy boy çocuklarına bakmalı. Dışarı çıkmamalı böylece tacize de maruz kalmaz. Hatta nefes almasa daha iyi olur.

Yıl 2016, uzaya gidip, ışınlanmayı falan bulmamız gerekirken biz hala ilkel problemleri çözemedik.

Bugün anneler günü. Türkiye’de evlenmiş ya da bir birlikteliği olan kadınların %39’u yaşamlarının herhangi bir döneminde eşleri tarafından fiziksel şiddete maruz kalmıştır. (TUİK)

Yılmaz Özdil yazılarında bizleri anlatmış. Kitap bitiyor ve ne ara biz bunları yaşadık, ne ara bu hale geldik diyorsunuz.  Belki okuyacaklarınızı haberlerde gördünüz, gazetede okudunuz ama art arda okuyunca durumun vahimliği daha çok gözler önüne seriliyor.

Anneler günü. Eve gittiğimde anneme kocaman sarılacağım.

Kutlu olsun.

“Halbuki, her terör saldırısı, uçakların gökdelenlere çarpması gibi bir şeydir aslında… New York’ta olduğu için daha önemli, Halkalı’da, Şemdinli’de olduğu için daha önemsiz değildir.”

“Adem, eline geçen ilk fırsatta suçu Havva’ya attı. (Nancy Astor)”

“Güya İstanbul’da yaşıyordu ama, yoktu o satırlarda… Çünkü, şarkılarımızdaki romantizm yok artık İstanbul’da.”

“Tehlike ne İran’dır, ne İngiltere’dir. Kara cehalettir.”

“Ne doğmak elimizde.
Ne ölmemek.
Ne anamızı seçebiliriz.
Ne babamızı.

Hayattır bize rol biçen.”