26 Haziran 2016 Pazar

52) PSİKİYATRİST - WULF DORN

Wulf Dorn

Pegasus Yayınları
Çeviri: Firuzan Gürbüz
416 sayfa

Aylardan ramazan ve malumunuz havalar çok sıcak. Yine esmeyen günlerin birinde, ben Kalemfili’ne kitap okuyamadığımdan yakınıyordum. O da bana “Hadi, Psikiyatrist’e başlayalım.” dedi. “Belki birlikte daha hızlı okuruz.” Psikiyatrist’i bana Kalemfili göndermişti. Hem kitap için hem de kurduğumuz dostluk için çok mutlu olmuştum. Düşünüp taşındım –sadece birkaç saniye :D- ve onayladım.

İşte Psikiyatrist’e böyle başladık ve Wulf Dorn’la tanıştık.

İlginç bir girişle, daha ilk sayfalardan kendimi hikayenin içinde buluverdim. Roman, Psikiyatrist Ellen Roth’un Kara Adam’dan korkan bir hastayla tanışmasını ve sonrasında takip eden olayları anlatıyor. Çoğu kitapta yaptığım gibi yine kendime favori karakter aradım ve şanslı kişi Mark oldu. :D Neden mi? Çünkü psikiyatrist önlüğünün altına çılgın tişörtler giyiyor! :D

Psikiyatrist, bir sürü korku/gerilim filminin karması gibi. Bazı klişeleri aşamamış olsa da, ben kitabı sevdim. Yazar gerilimin dozunu iyi ayarlamış, beni etkiledi. (Banyoda arkama bakma gereği duyduğumu atlayabiliriz :D)

Psikolojiyle harmanlanan kitap oldukça akıcıydı ve merakla okudum. Sonraki sayfada ne olacak diye diye bir baktım, bitmiş. Beni reading slump denilen illetten kurtaran kitap oldu.

Değinmek istediğim son nokta, basımla ilgili. Daha önce hiç Pegasus Yayınları’nda böyle bariz bir hatayla karşılaşmamıştım. Sayfayı çeviriyorsunuz ve önceki sayfadaki yarım cümle tamamlanmamış. Tamamen farklı bir cümleye başlanmış ya da birkaç kelime atlanmış. Gözüme çarpan ilk hata sayfa 53-54’teydi. İlerleyen bölümlerde, arka sayfayı çevirince, aynı paragrafın tekrarıyla da karşılaştım. Son okuması nasıl bu kadar ihmalkarca yapılmış? Pegasus’a hiç yakışmadı.

Yine de hatalara rağmen, güzel bir kitaptı. Psikolojik gerilim sevenlere tavsiye edilir. J

“Hepimizin öğrendiklerini ilk kez tek başına hayata geçirmek zorunda kalacağı bir an vardır. O zaman öğretmenin gitme zamanıdır.”

“Genellikle delirmek olarak adlandırılan duruma giden yol hiç de uzak değildir. Bazen birkaç beyin hücresi arasındaki küçük bir iletişim sorunu buna yeter ve bu olur.”

“Acı tek gerçek duygudur.”


“İnsanın kişiliği ne denli kırılgan bir şey (…) Tıpkı cam kadar kırılgan.”


24 Haziran 2016 Cuma

51) SİNDİRELLA ANLAŞMASI - SARAH STROHMEYER + FİLM

sarah strohmeyer

Sayfa6 Yayınları
Çeviri: Leyla Özcengiz
382 sayfa

Sindirella Anlaşması’nı ilk çıktığı zamanlarda almıştım. Bu da 2010 yılına tekabül etmekte. :D Sipariş verirken konusunu çok beğendiğimi hatırlıyorum. Lakin bu durum kitaplığın arka raflarına sıkışmasına engel olamadı.

Kış Okuma Şenliği için listemi hazırlarken romantik türde roman maddesiyle kitabı tekrar hatırladım. Sindirella Anlaşması’nı seçtikten birkaç gün sonra maddeyi güncelledim ve Yabancı’yla değiştirdim. Burda önemli olan hatırlamamdı. :D

Büt için İstanbul’a dönerken yolda okumak için kitap bakınırken, gözüme çarptı ve otobüste başladım.

Sindirella Anlaşması, kilo vermek isteyen 3 yakın arkadaşın hikayesini konu alıyor. Ana karakterimiz Nola Devlin, bir dergide editör ve onun hayatından bir kesit okuyoruz.

Kitap gerçekten eğlenceli. Bazen ‘aaa gerçekten böyle’ dedirten, bazen de kahkaha attıran… Ama sanıyorum ki herkeste aynı sonucu vermeyebilir. Fazla kilolarınız yoksa, kahramanları anlamayabilirsiniz.

Romanın sonu tahmin edilebilirdi, gerçi hangi romantik komedinin değil ki? :D

Sindirella Anlaşması’nı boş vaktinizde veya düşündürecek değil de kafa dağıtacak bir kitap okumak istediğinizde okuyun. İşe yarıyor. :D



“Ben mi? Şey, bende de mükemmel bir hayal gücü olduğunu düşünüyorum. Ama hayal gücüm yüzünden sık sık başımın derde girdiği göz önüne alınırsa o kadar da mükemmel olduğu söylenemez galiba.”

“Hayal kurmak kötümserlerin sığınağıdır. Bir onların, bir de deli gibi yiyenlerin. Hatta ikisi bir aradaysa, etkisi kaymaklı olur.”


Yönetmen: Gary Harvey
2010 – ABD, Kanada
Dram, Romantik, Komedi
89 dk


Kitabın bir de filmi varmış: Cindirella Pact / Lying to be Perfect. Türkçeye Külkedisi Anlaşması / Dayanışma olarak çevrilmiş.

Öncelikle kitabı çok fazla değiştirmişler. Olması gereken karakterler yok, olaylar eksik, her şey havada…

Filmi izleyince ‘aaa kilo vermek ne kolay, kadın çok fazla çabalamadan verdi’ hissi oluşuyor. Ama kitapta öyle değil. Nola’nın çabasına, yememek için kendini zorladığına, yani diyetine tamamen tanık oluyorsunuz.

Kilo vermek dışında diğer olaylar da çok yüzeysel. Belki kitabı okumamış olsaydım, eğlenceli bir film olabilirdi.


Film yerine, kitabı tavsiye ederim.


22 Haziran 2016 Çarşamba

50) İKNA - JANE AUSTEN + FİLM

kitap yorumu, ikna, kırmızı kedi

Kırmızı Kedi Yayınevi
Çeviri: Serim As Özdemir
264 sayfa


Jane Austen’in tüm romanlarını okuma kararımdan bahsetmiştim. Şimdiye kadar Aşk ve Gurur/ Gurur ve Önyargı ile Northanger Manastırı’nı okudum. Yola İkna ile devam etmek istedim.

Neden İkna’yı seçtim? İtiraf etmeliyim ki kapağı etkili oldu. :D Kırmızı Kedi yeni basımlarında kapağı değiştirmiş ama bendekini daha çok beğendiğimi söylemeliyim.

İkna bazı yayınevleri tarafından İnanç olarak çevrilmiş. Bence ikisi de konuya uygun ama İkna ismini tercih ederim.

Konusuna küçücük değinirsek, kibirli bir babanın kızı olan Anne ona hiç benzememektedir. Yani klasik Jane Austen ailelerinden biri: sadece kız çocukları olan baba, kardeşlerinden farklı bir kız, miras… Bir de kalpleri hoplatan yüzbaşımız var.

Yüzbaşı Wentworth sevdiğim karakterlerin içine girdi ama Mr. Darcy gibi olamadı. :D

İkna genel olarak Anne’in iç dünyasını anlatıyor. Eğer Anne’i severseniz kitabı da seveceğinize eminim.  


“Hoş tavırların insanı zaman içinde razı edemeyeceği bir kişisel kusur yoktur.”

“ Ancak kalabalığın içinde bulabileceği yalnızlığa ve sessizliğe ihtiyacı vardı.”

“Ruhumu delip geçiyorsunuz. Bir yarım acı çekiyor, öbür yarımsa umut dolu.”


Yönetmen: Adrian Shergold
2007 – İngiltere
Dram, Romantik
120 dk

Alıntılardan sonra filme de biraz değinelim. :D

Filmi İkinci Şans olarak çevirmişler ve bence hoş bir çeviri olmamış.

Persuasion genel olarak kitaba bağlı ilerlese de değiştirilen çok fazla sahne vardı. Eksik sahneleri saymıyorum bile. Evet, kabul ediyorum kitabı 2 saate sığdırmak zor, bazı kırpmalar mazur görülebilir lakin sonunu niye değiştiriyorsunuz? Niye?!

Oyunculara bakarsak, Anne karakterini farklı hayal etmiş olsam da Sally Hawkins altından kalkmıştı. Rupert Penry-Jones’u yüzbaşı olarak sevdim. Tobias Menzies, Outlander'dan beri pek hoşlandığım bir oyuncu deği. Canlandırdığı karakteri de sevmediğimden sorun olmadı. :D

Filmi izlemeden önce, kitabı okumanızı tavsiye ederim. Kesinlikle kitap daha güzel ve olaylar daha anlaşılır oluyor.




19 Haziran 2016 Pazar

49) BİR KADININ HAYATINDAN 24 SAAT - STEFAN ZWEİG

Bir Kadının Hayatından 24 Saat

Kırmızı Kedi Yayınevi
Çeviri: İlknur Özdemir
97 sayfa

Bir Kadının Hayatından 24 Saat ilk okuduğum Stefan Zweig kitabı. Yazarın en ünlü kitapları Amok Koşucusu ve  Satranç ancak ben başlangıç olarak bu öyküsünü seçtim.

Kitabı okurken Zweig’in en basit olguları bile bayağılaştırmadan betimlemesini beğendim. Böylece daha farklı bir perspektifle olaylara bakmamı sağladı.

Kitap başlıktan da anlaşılacağı üzere, bir İngiliz hanımefendisi Mrs. C.’nin hayatından 24 saati anlatıyor. Anlatımı çok beğenmeme rağmen, konunun daha şaşırtıcı, vurucu olmasını bekliyordum. Bana göre biraz basit kaldı.

Kitapta bir tutkunun insana neler yaptırabileceği açıkça görülüyor. Bu açıdan psikolojik bir öykü tanımlamasını getirebilirim.

Kırmızı Kedi’nin kapak tasarımlarını çok beğendiğimi tekrardan söylemeliyim. :D

Stefan Zweig kitaplarına Satranç’la devam etmeyi planlıyorum. İyi okumalar J

“…eğer belli bir amacınız yoksa yaşamak bir hatadır.”


“Ama az önce dediğim gibi acılar korkaktır, yaşamayı fazlasıyla talep edersek korkup geri çekilir, bu talep ruhumuza gömülü aşırı ölüm isteğinden daha güçlü bir şekilde etimize gömülüdür.”


17 Haziran 2016 Cuma

48) DR. JEKYLL VE MR. HYDE'IN TUHAF HİKAYESİ - ROBERT LOUİS STEVENSON

Robert Louis Stevenson

Kırmızı Kedi Yayınevi
Çeviri: Aylin Yengin
119 sayfa

Dr. Jekyll ve Mr. Hyde’ın Tuhaf Hikayesi günümüzde birçok diziye konu kaynağı oluyor. Bu dizilerden hiçbirini -46 Yok Olan hariç- izlemedim. Kitabın arka kapağına da göz atmadım. Bu nedenle kitaba merakla başladım.

Kitabın ortalarında instagram’da fotoğraflara bakıyordum ve spoilerı yedim. Siz siz olun, fotoğraflarına falan bakmayın, olayı direk anlıyorsunuz. :D

Çok kısa olduğu için bir çırpıda bitti hatta daha konu yeni ısınmıştı n’oluyor falan dedim. :D Çünkü konunun çevresinde fazla vakit kaybedilip, ana temaya son sayfalarında ulaşıldı. Ama telaşlanmayın, vurucu bir son sizi bekliyor.

Kırmızı Kedi Klasikler serisinden ilk okuduğum kitap olduğunu da belirtmeliyim. Çevirisi güzel, kapak tasarımı harika…

Filmlere, dizilere konu olan bu klasiği okuduğum için mutluyum. ‘izleme’ kısmına başlayabilirim. :D

“Soru sormak konusunda ciddi çekincelerim vardır; sorulan sorularla mahşer günü arasında çok ortak nokta olduğunu düşünürüm. Bir soru sorduğunuz anda, sanki bir taş yuvarlanmaya başlar. Hani bir tepenin kıyısında sessizce oturuyorsunuzdur ve yuvarlanarak aşağıya doğru inen taş diğer taşlara çarpar, sonra öbür taşlar peşinden yuvarlanmaya başlar ve en sonunda taşlardan biri gelir, evinizin arka bahçesinde oturan (asla aklınıza gelmeyecek birinin) yaşlı bir adamcağızın kafasına çarpar ve adamın çocukları da yetim kalır.”

“…hayatımızın hepimizin üzerine korkunç ağırlıkta bir yük bindirdiğini, bunun sonsuza dek insanın omuzlarında durmaya devam edeceğini ve ondan kurtulmaya çalıştıkça daha tuhaf ve şiddetli bir baskıyla geri döndüğünü öğrenmiş bulunmam.”


“Her şey bir gün sona erer; insan en büyük tedbirleri alır ama yine de en sonunda, kötü yanda bir anlık teslimiyetin sonucunda, ruhun dengesi bozulur.”


15 Haziran 2016 Çarşamba

47) KİM BAĞIŞLAYACAK BENİ - BİRHAN KESKİN

birhan keskin, şiir, yorum

Metis Yayınları
175 sayfa


Şiir okumayı severim, şairlere hayranlık beslerim, bilirsiniz. Birhan Keskin’in ise daha özel bir yeri var ben de. Kendisi memleketlim olur! Okuduğum üniversiteden mezun olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim.

Birhan Keskin’le tanışmamı da anlatmazsam olmaz tabii. :D Bunun için geçen senenin yarıyıl tatiline dönmemiz gerekir. Bir oda arkadaşım –Bilge- ve ben, öteki oda arkadaşımızın memleketine kalmaya gidecektik. Gitmemizden önceki gün, yurda döndük ve eşyalarımızı hazırladık.

Yarıyıl boyunca ayrı kaldığımız için anlatacaklarımız birikmişti. Saat 11-12’ye kadar konuştuk ve konu nasıl olduysa şiire geldi. Didem Madak’ın birkaç şiirini dinledik.

B: Birhan Keskin’in Taş Parçaları’nı biliyor musun? Onu da çok severim ama biraz uzun. Dinleyelim mi?
E: Hayır, bilmiyorum. Hadi aç.

Dinledik. O günden beri Taş Parçaları’nı sık sık dinlerim.

Şiir kitaplarını yorumlamak benim için romanlardan daha zor. Klasik olacak ama şiir, herkese göre farklı anlamlar taşıyabilir. Yine de Birhan Keskin’in şiirleriyle tanışmalısınız.

Kaktüs And Teksas, Eksik Cinayetler, Ruth, Apollon 2 gibi defalarca okuduğum ve okuyacağım şiirler var kitapta. Aslında sadece şiir değil, içimden bir parça, içimizden bir parça. Çizilmiş, kırılmış yanlarımız, belki de yaraladıklarımız.

Peki, şimdi kim bağışlayacak beni?*


*Kitap adını Penguen şiirinden almakta.



“Çıkılacak düzlüğü yok ki hayatın
Bulamadım anne serinliğinde bir iklim”

“Reddettim, bütün kesinlikleri, kalbim
bu hayale bir daha inansın diye
siyah… değişmiyor,
siyah, hala, nehir içimde
ve kalbim, anlamıyor
adalet yok, niye?”

“Birbirini tamamlamak üzere varolanlar
birbirini tamamlamıyor,
kendime dökülüyorum,
içime.”

“Ben büyüdüm
akasyalar öldü
üzgünüm.”

“Kadını dalga sesinden dokumuşlardı
ay ışıklı ve kumsallı.
Kırılıyordu.”


“hem unutma herkes birilerinin yarasını taşır uzaklara.”


13 Haziran 2016 Pazartesi

46) AŞK MUTFAĞINDAN YALNIZLIK TARİFLERİ - YEKTA KOPAN

aşk mutfağından yalnızlık tarifleri

Can Yayınları
156 sayfa

Bu yıl hiç okumadığım kadar hikaye okudum sanırım. :D Bu seferki kitabım Yekta Kopan’dan Aşk Mutfağından Yalnızlık Tarifleri. Adını ilk hikayeden alıyor.

Aşk Mutfağından Yalnızlık Tarifleri ayrıca ikinci okuduğum Yekta Kopan kitabı olma özelliğine sahip.

Kitap dokuz hikayeden oluşuyor ve ben hepsini art arda okumak yerine arada sırada bir hikaye okuyarak bitirdim. Böylece öykü okuduğumda oluşan yarım kalmışlık hissini ortadan kaldırdım.

En beğendiğim iki hikaye Rakı, Su ve Buz ile Maskeli Süvari oldu. Çok doğal, çok bizdendiler. Özellikle Rakı, Su ve Buz… Daha önce de bahsetmişimdir, romanlarda, hikayelerde kahramanlar hiç tuvalete gitmez. Duş alır, dişlerini fırçalar ama nedense tuvalete gitmezler. Bu da bana bazen fazla yapay geliyor. Oysaki Rakı, Su ve Buz’daki karakter tam olarak insandı. :D

Hikayeler genelde ailevi problemlere, aşka, arkadaşlığa değinmiş. Oldukça sade ve anlaşılır dille yazılmışlar. Olay hikayesinden çok durum hikayesi olmaya yakınlar.

Aşk Mutfağından Yalnızlık Tarifleri 2002 Sait Faik Hikaye Armağanı’nı almış. Kitabın sonunda yazarla yapılmış yayınlanmamış bir söyleşi de mevcut.

Sonuç olarak kitabı beğendim. Eğer uzun bir şeyler okumak zor geliyorsa, biraz hüzünlenmeye ihtiyacınız varsa tavsiye ederim. Ayrıca aşık değilseniz –benim gibi-, yalnızlık tarifleriniz kendiniz üzerineyse de, okuyabilirsiniz ve hatta sevebilirsiniz de. :D


“Sevmenin en zor yanı sevilmek…”

“Her gün oynanan bir tiyatro oyununun perdesi yavaşça açılıyor. Sahnedesin. Tek başınasın. Başroldesin. Günaydın.”

“Bir kere aşık olunur. Aynaya her baktığında onun yüzünü görüyorsan iş bitmiş demektir. Gittiği günden sonra baktığın her yolun son durağında onu görüyorsan da, sen bitmişsin demektir.”

“Bu bir kâbus değil, bir kâbus bile bu kadar karanlık olamaz.”


“Bana gördüklerinizi getirmeyin. Bana gördüklerinizin ardındakini getirin. Eğer bir şeyin arkasını görmek için çaba harcamazsanız, o size istediği kadarını gösterir. Çünkü unutmayın, her şey aslında göründüğünden farklıdır.”


10 Haziran 2016 Cuma

Mim: Hayatımın Hikayesi


Sevgili Nabrut ve Kitap Eylemi beni mimlemişler. Onlara sevgilerimi yolluyorum. J

Mim bizi etkileyen hikayeleri, çocukluğumuzda okuduğumuz ilk masal kitabının bizde uyandırdığı hislerin anlatılmasını içeriyor.

Nabrut’un beni mimlediği günden beri ‘neyden çok etkilendim?’ diye düşünüyorum. Nabrut ve Kitap Eylemi kadar çarpıcı ve ders verici bir hikayem yok. Dinlediysem de aklımdan silinmiş gitmiş.



Düşünmelerim bir sonuca varmayınca birkaç arkadaşıma sordum, 'size böyle bir şey anlattım mı' diye. Cevapları 'anlatmadın' oldu. :D Tekrar düşünmeye başladım. Çocukluk anılarımı gözden geçirdim. Dedemle olanları (hepsi “koca kızım” nidasıyla başlıyor), evcilik oyunlarımı, köpek yavrularını severken pirelendiğimi, annemin iş yerine gidip tost yemeye bayıldığımı, babamla istediğim oyuncakları almaya gidişlerimizi… Ama hiçbiri mimle eşleşmiyordu.

Ders verici hikaye açısından boş bir çocukluk yaşamışım diye düşünmeye başladığımda, film sitelerinde gezinirken Heidi ile karşılaştım. Belki de aradığım cevap Heidi idi.



Heidi’yi size nasıl anlatsam? Olmak istediğim ama olamadığım kız çocuğu olarak mı? Hiçbir zaman onun kadar cesaretli, hayatından keyif alan biri olamadım. Anı yaşayabilenlerden biri değilim.

Yine de o zaman köyde –aslında ilçe- yaşamanın verdiği etkiyle kendimi Heidi ile özleştirmiştim. Keçi çobanlığı yapmadım ama koca teyzemin –babaannemin ablası- oğlaklarını biberonla besledim. Buzağılara sarılacak kadar yakınlaşamasam da ‘çok tatlı’ diye zıpladım.



Peter’le olmasa da çimlerde yatıp, güneş altında tembellik yaptım. Dedem yaşadığı süre boyunca onunla harika vakit geçirdim.

Belki de bu gibi nedenlerle kendimi Heidi olarak düşünmekten hoşlanırdım. Pollyanna’yı da Heidi ile aynı zamanda okumuştum.  Ama beni etkilemeye başaramamıştı –çok toz pembeydi-.(Bu fark kitaplarımdan da belli oluyor, ikisi de çocukluğumdan kalma ve Heidi okunmaktan yıpranmış durumda. :D)

Mime ikinci cevap ise annemden geldi. Beni çocukken Çalıkuşu’nun çok etkilediğini söyledi.



Çalıkuşu, 4. sınıfta ilk okuduğum roman olma özelliğini taşır. O dönem Feride benim için idol olmuştu. Tavırları, kendi ayakları üzerinde durabilmesi, özgüveni… Belki de Feride yüzünden ilkokulda öğretmen olmayı istemiştim. Sonra fikrimi değiştirmeme karşın öğretmen lisesine gitmem de küçük bir çelişki. :D

Çalıkuşu’nda Kamran’ı sevmeme rağmen, ideal erkeğe yaklaşamadığını düşünüyorum. Bu yüzden beni hayal kırıklığına uğratır ve her okuyuşumda ağlatır –yine de gönül işte, seviyorum- :D (Yoksa ideal erkek Mr. Darcy mi? :D)



Harry Potter’ı da unutmamalıyız ama ondan defalarca bahsettim, benim için önemini biliyorsunuz. :D

Lafı çok fazla uzattım. Görüldüğü üzere çok çarpıcı bir hikayem yok ya da onu henüz keşfedemedim. Ama Heidi ve Çalıkuşu hayatımın belli dönemlerinde örnek aldığım kişiler, benim için önemliler.

Siz de hikayenizi anlatmak isterseniz, mimlendiniz J



9 Haziran 2016 Perşembe

45) KAFES - JOSH MALERMAN

kitap yorumu, roman

İthaki Yayınları
Çeviri: Aslı Dağlı
330 sayfa


Her dışarı çıkışınızda gözlerinizi sımsıkı kapamak zorunda olduğunuzu düşünün. Gözlerinizin size daha çok zarar getirdiğini… Bu durumda duyma duyunuzun ön plana çıkması gerekiyor.

Josh Malerman The High Strung grubunun solisti ve bu nedenle duyma duyusunu ön plana çıkardığını düşünüyorum.

Kafes akıcı bir anlatımla harmanlanmış, özgün bir konuya sahip. Yazar, yerinde geri dönüşlerle merak unsurunu dengede tutmuş ve heyecanı korumuş.

Konuyu gerçekten sevdim! Daha önce benzer bir kitap  okuduğumu hatırlamıyorum.

Gerilim/korku türünde bir roman. Ama aslında değil! Korktuğum yer olmadı ama gerildiğim bir bölüm vardı. Annelik temasından biraz uzaklaşıp, gerilim ve korkuya yaklaşsa daha iyi olacağı kanısındayım. Belki de tam bu nedenle kitabı bitirdiğimde aklımda çok fazla soru işareti kaldı.

Soru işaretlerim ve ben genel olarak baktığımızda kitabı sevdik. Ha, sorularım cevaplarını bulsa daha iyi olmaz mıydı? Tabii ki olurdu!


Gece yalnızken okursanız, belki korku türü ortaya çıkar. İyi okumalar J


“İnsanoğlu aslında korktuğu yaratığın ta kendisidir.”


7 Haziran 2016 Salı

44) GÖLGE ŞEHİR - RANSOM RIGGS

gölge şehir bayan peregrine'in tuhaf çocukları ithaki yayınları

İthaki Yayınları
Çeviri: Aslı Dağlı
439 sayfa


Bayan Peregrine’in Tuhaf Çocukları’nı çok beğenerek okumuştum. Gölge Şehir’i de çıktığı gibi aldım ama bildiğiniz üzere merak ettiğim kitapları erteleme gibi bir huyum var. :D

Gölge Şehir, ilk sayfalarında birinci kitabın temposunu yakalayamayacak gibiydi. Ama ilerledikçe tahminimi -neyse ki- boşa çıkardı.

Gölge Şehir’de 2. Dünya Savaşı’nın etkilerini görmek mümkün. Bombalar, savaş uçakları, ölen insanlar, yıkılan bir şehir…



Fotoğraflara hayran kaldığımı söylemeliyim. Siyah beyaz oldukları için de daha etkileyiciler.

Fotoğraflar korkutma potansiyeline sahip ancak seri korkunç değil. Yazar bu potansiyeli de kullansaymış daha güzel olurmuş. :D

Kitabın görünüşüne göz atarsak, cildi ve iç tasarımıyla bir harika. Sadece tasarım için biraz kağıt israfı yapılmış.


Sonuç olarak serinin üçüncü kitabının çevrilmesini merakla bekliyorum. :D


6 Haziran 2016 Pazartesi

43) SENDEN ÖNCE BEN - JOJO MOYES

senden önce ben kitap yorumu

Pegasus Yayınları
Çeviri: Ayşe Görür
480 sayfa


Senden Önce Ben’i CNR kitap fuarından almıştım. –Hatta fuardan alınacaklar listem Senden Önce Ben’den ibaretti- Okumak için geç kaldığım kitaplardan biri.

Satın almaya karar vermeden önce kitap hakkında önyargılarım vardı. Cıvık cıvık bir aşk hikayesi sanmıştım.

Yanılmışım.

Okuduğum yorumlarda herkes ağladığını yazmıştı. Ben kolay kolay kitapta, filmde ağlamam. Gülümseyip geçmiştim.

Yanılmışım.

Kitap oldukça akıcı, best-seller sonuçta. Bir cümle hariç, çeviriyi de beğendim. Hatta üstüne bir günde bitirip iki göz iki çeşme ağladım. –Bu kadar ağlamama kendim bile şaşırdım.-

Kitabın filmi çekildi ve yakında vizyona girecek. Tahmin edin ne yaptım? Fragmanı da izleyip ağladım. :D –Sanırım duygusal modumdayım.-

Senden Önce Ben için hava durumu belirlemem gerekirse parçalı bulutlu bir kalp içeren gün derim. Gözlerin nem oranı artmaya başlamadan önce, şimşekler başlar. Acısı ardından hissedilir. Olağanüstü yağmurdan kaynaklanan sel felaketini yatıştırmak için peluş oyuncağa ihtiyaç duyulur.

Senden Önce Ben’i kafa dağıtmak için, biraz ağlamak ve akıcı bir kitap okumak için tercih edebilirsiniz. J


“Aşk vardır ona inanmaktan vazgeçme.”


3 Haziran 2016 Cuma

Film / Yaşamdan Kareler : Alice Through the Looking Glass / 8. Kadıköy Kitap Günleri



Alice Harikalar Diyarı hem sevdiğim bir kitap, hem de sevdiğim bir filmdir. Konusunu severim, oyuncularını severim, karakterleri severim ve Şapkacı’ya bayılırım! :D

Dost, dosta benzer biliyorsunuz ki, Bilge’de çok sever. Alice Harikalar Diyarı 2: Aynanın İçinden (Alice Through Looking Glass) vizyona girdiğinden beri gitmek istiyorduk.


Günü ayarladıktan sonra, neredeki sinemaya gideceğimiz sorun oldu çünkü ilk seansların hepsi altyazılı değil. Trump Towers’ı tercih ettik.

Uzun bir aradan sonra Alice’i izlemek çok güzel bir duyguydu. Özlemişiz.

Film birincinin kaldığı yerden devam ediyor ve önemli mesajlar veriyor. Aile gibi, sevgi gibi…

Filmde Time ile tanışacaksınız, biz aksanına bayıldık. :D Filmden çıktıktan sonra taklidini yapıp durdum. :D Ayrıca film bittiğinde, izlediğimiz onca çay zamanlarından sonra çay içme isteği içimizde oluştu.

“TEA TİME, FOREVER!” :D



Filmden Mırıltılar: İzleyenler İçin
Not: Yazılar beyazdır, tarayınca görebilirsiniz.

Filmi izlerken

B: Alice o yükseklikten düşüp nasıl ölmedi?
E(Ben): Orası Harikalar Diyarı.

B: Alice nasıl zamanında yetişiyor?
E: Orası Harikalar Diyarı.

Vesaire vesaire…

Film çıkışı

E: Bence gökyüzünden düştüğünde en azından kolu kırılmalıydı.
B: Filmden çıkınca gerçekliğe döndün galiba. Film boyunca bana orası Harikalar Diyarı dedin ya. :D




8. Kadıköy Kitap Günleri’ne değinmeden önce Haydarpaşa’nın benim için anlamından bahsetmek istiyorum.

Sürekli eski filmlerde görüp, özenerek iç çekmem değil. Trene binip uzaklaşma isteği değil. Tarihinden hoşlanmam değil. Denize karşı süper bir yerde konumlanması değil. Anlamı şu ki Haydarpaşa benim için Turkish Hogwarts!

Vapurla karşıya geçerken, Haydarpaşa göründüğü anda aklıma ilk gelen düşünce bu oluyor. Sanki üst katındaki camlardan, süpürgeleriyle bir sürü Hogwarts öğrencisi fırlayacak ve quidditch oynayacaklar.

Sizce de Haydarpaşa Hogwarts’a benzemiyor mu? :D



Bu gibi nedenlerle Haydarpaşa’nın içini de çok merak ediyordum ve kitap günleri bahanesiyle de girmiş oldum. Yani benim için Haydarpaşa + kitaplar çifte sevinç oldu. :D

Bilge’yle sinemadan çıktıktan sonra sıcaktan yakına yakına soluğu garda aldık. Girişte herkese üzerinde “yeşil yaşa” yazan bez çantalar veriyorlardı, alıp, gezimize başladık.



Bilinen yayınevleri genelde %20-%30 civarında indirim yapmışlar. Yani internetten alsanız aynısı hatta daha ucuzu bile olabilir.

Daha küçük yayınevlerinde %50’ye varan indirimler vardı ama biz de oradan kitap seçemedik.



Bu fuarda beni en memnun eden Metis oldu çünkü Didem Madak’ın çoğu şiirini bilmeme rağmen kitapları ben de yoktu. Ve Metis, Didem Madak’ın kitaplarını set yapmıştı. 3 kitap 20 TL. Birhan Keskin’in de kitapları set halindeydi ve bilin bakalım ne oldu? Biz D&R’dan iki kitabını 20’ye almıştık, tüm kitapları 30 TL’ydi. Bu bizi biraz üzdü. :D



Saat 16’da Kardelen Şiir ve Müzik Grubu’nun “Ahmed Arif Şiirleri Dinletisi” ile 17’de başlayan Onur Behramoğlu ve Onur Caymaz’ın “Ahmed Arif’in Onurlu Direnişi”ne katıldık.

Ahmed Arif’i seven iki dost olarak, bizim için güzel saatlerdi. Unutmadan A salonunun manzarasının mükemmel olduğunu söylemeliyim.



Söyleşilerden sonra gezmeye devam ettik ve yorulduğumuzda trenlerin içine girip –adeta Hogwarts Express- soluklandık.

Günün sonunda elimde 4 kitap vardı. Didem Madak’tan Ahlar Ağacı, Pulbiber Mahallesi, Grapon Kağıtları; Pascal Mercier’dan Lizbon’a Gece Treni.



Bilge ise Mrs. Dalloway – Virginia Woolf’u aldı.


Böylece hem filmli hem kitaplı güzel bir günü bitirmiş olduk.