29 Ekim 2016 Cumartesi

70) CANIM ALİYE, RUHUM FİLİZ - SABAHATTİN ALİ

kağıt salıncak, yerli, mektup, kitap yorumu

Yapı Kredi Yayınları
155 sayfa


Mektup okumayı severim, özellikle edebiyatçılar sevdicekleri için yazmışlarsa…

Bunu söylediğimde, birçok kişi Canım Aliye, Ruhum Filiz’i okumamı önerdi.

Böylece ben de aldım ve okudum.

Kitap, Sabahattin Ali’nin eşi ve kızına yazdığı mektuplardan oluşuyor. Sağdaki sayfada mektubun orijinali de bulunuyor.

Sabahattin Ali’nin canı Aliye ile evlenmeden önceki mektuplarını çok sevdim. Evlilik ve aşk… Eh, devamını biliyorsunuz işte. :D

Mektuplarda ‘Markopaşa’nında ismi bolca geçiyor. Bu isme lisedeki edebiyat derslerinden aşinayım. Kendisi siyasi bir mizah dergisi olup, birçok kez kapanmış ya da isim değiştirmiştir.

Canım Aliye, Ruhum Filiz Sabahattin Ali’den okuduğum üçüncü kitap. Diğer ikisi de Kürk Mantolu Madonna ve Kuyucaklı Yusuf.

Yavaş yavaş diğer eserlerini de topluyorum :))

“Muhakkak ki hayatımda yaptığım ve yapabileceğim en iyi iş seninle hayatımı birleştirmek oldu.”

“Etrafın seni sıktığı zaman kitap oku… Ben şimdiye kadar her şeyden çok kitaplarımı sevdim. Bundan sonra her şeyden çok seni seveceğim ve kitapları beraber seveceğiz.”


“Doğrusu, dünyada rahat yaşamak için aptal olmak lazım. Fakat aptal olmaktansa biraz daha rahatsız yaşamak daha iyidir bence…”


26 Ekim 2016 Çarşamba

69) BAKELE - SEZGİN KAYMAZ

kağıt salıncak, istanbul, haydarpaşa, kitap yorumu

April Yayıncılık
198 sayfa

 
Günlerden bir gün, yine hiç kitap okuyamıyorum diye geziniyordum. Kitap Eylemi’yle kitap bakıyoruz falan. Bunalımlı günler yani.

Kitap okuyamayınca hayat ne sıkıcıymış gibi düşünceler içindeyken, Kitap Eylemi Bakele’ye başla bakışı attı. Kaş göz işareti, anlarsınız.

Ben de anladım tabii ki. Leb demeden, leblebiyi de anlarım.

Bakele’ye başlayacağım gün, adaya gitme gibi bir planımız vardı. O yüzden Eminönü’ne giden tramvayda kitaba başladım.

Bakele’nin ne anlama geldiğini ilk hikayede öğreniyoruz ve ilk hikaye benim favorim oldu. Tramvaydaki standart kadın sesi Eminönü dediğinde, ben kendimi kaptırıp 3-4 hikaye okumuşum.

Durakta arkadaşımı beklerken de biraz okudum. Ada vapurunu da kaçırdık. Gidemedik.

Neyse.

Sonuç olarak, Bakele Sezgin Kaymaz’la tanışma kitabım oldu. Hikayelerini çok sevdim. Her kesimden karakteri uygun bir dille konuşturmak ve bunu ustalıkla yapmak hayranlık uyandırıcı.

Romanlarını da seveceğimi umuyorum…

“Aşk, aşık olduğunla yekvücut olmakmış.”

“İsyan dağarcığım; “Öyle değil işte yaa!” ve “Yaa bi git yaa!” gibi ana ve “Hiç de bile!”, “Sanne sanne!”, “Banne banne!” ve “Yek yee!” gibi tali feryatlardan ibaretti. Bir de gözyaşlarından.”

“Hemen hemen her konuda anlaşırız biz Hülya’yla. Ama aksak ritimli bir anlaşmadır bu. O önden gider, ben arkadan gelip anlaşırım. O anlaştığım yer de onun ilk başta başladığı başlangıç olur genellikle. İnsanlık mesela. Hep insandı Hülya. Ben sonradan geldim.”

“Hani söyleyecek çok şeyi vardır da nasıl söyleyeceğini bilemiyordur insan. Cümlelerini yarım bırakır hep. “Ben geldim de…” falan der.”

“İlk aşk olmaz. (…) İkinci, üçüncü aşk da olmaz, son aşk da olmaz. Aşk aşktır, sadece başlar. Bitmiş aşk olmaz.”

“İnatlaşmak için iki inatçı lazım… Kavga etmek için iki cahil, dövüşmek için iki aciz.”

“Diş ağrın gibidir mazin. Kaçamazsın.”

“O gitti her şeyimi alıp. Ben, kalan hiç’le kaldım.”


23 Ekim 2016 Pazar

68) RUHLAR KÜTÜPHANESİ - RANSOM RIGGS


İthaki Yayınları
Çeviri: Aslı Dağlı
512 sayfa


İkinci kitap: Gölge Şehir

Üçüncü kitap olan Ruhlar Kütüphanesi’yle seri son buluyor.

İthaki, Ruhlar Kütüphanesi’nin kitapçılara dağıtıldığını yayınlayınca, en kısa zamanda aldım.

Kitap oldukça iyi başladı, tuhafları özlediğimi fark ettim. İlerledikçe kitaba yeni karakterler katıldı ve Sharon sevdiklerimden biri oldu.

Bazen olaylar çok üst üste gelmişse de Ruhlar Kütüphanesi akıcı bir kitap. Lakin, bu kitaptaki fotoğraflar bana ilginç gelmedi. İlk ikisinde daha özel kareler vardı.

Seriye genel olarak bakarsak, ben sevdim. Yazar, fotoğraflardan oluşan, ‘tuhaf’ bir dünya yaratmış. Daha önce bu tarz, fotoğraflardan yola çıkılarak yazılan bir kitap okumamıştım.

Kahramanlarımız çocuk/ergen olduğu için, seri bazen çocuksu olabiliyor. Eğer sorun yok diyorsanız; fantastik, kolay okunan, orijinal bir dünyaya ihtiyacınız varsa seri tavsiye edilir. :D



“’Bazılarının Cehennem dediği yer,’ dedi kayıkçı, ‘diğerlerinin cennetidir. Orası geriye kalan, gerçekten özgür olabildiğin tek yerdir.’”

“Akılsızca davranmakla tamamen aptalca davranmak arasındaki ince çizgiyle ilgili sıkıntı, genellikle artık çok geç olana dek çizginin hangi tarafında olduğunuzu fark etmemenizdir. Her şey rayına oturup da aklınız başınıza geldiğinde düğmeye çoktan basılmış, uçak hangardan ayrılmış ya da bizim durumumuzda kayık iskeleden ayrılmış olur.”


“Hayatımızın henüz başındayken sahip olduğumuz yeteneklerden bazılarının farkına varırız ve diğer becerilerimizi dışlamayı göze alarak onlara odaklanırız. Bunun nedeni başka bir konuda yeteneğe sahip olmamamız değildir, yalnızca diğer kabiliyetlerimizi beslemeyi unuturuz.”


19 Ekim 2016 Çarşamba

67) SIRÇA FANUS - SYLVIA PLATH

kağıt salıncak kitap

Kırmızı Kedi Yayınevi
Çeviren: Handan Saraç
251 sayfa

“Çünkü nerede olursam olayım –bir gemi güvertesinde, Paris’te bir sokak kafesinde ya da Bangkok’ta- hep aynı sırça fanusun içinde kendi ekşimiş havamda bunalıyor olacaktım.”

Sylvia Plath, onedio’ya göre benim ruh eşim olan yazarmış. :D Bu testi çözdüğümden beri yazarı okumak istiyordum. Derken, Kitap Eylemi okuyunca, Sırça Fanus’u işgal ettim.

Kitaba başlamak için moralimin bozuk olduğu bir geceyi seçtim –ki bence ideal zamandı. Biraz hüzünlü olunan uzun sonbahar/kış geceleri Sırça Fanus için biçilmiş kaftan.

Plath otobiyografik bir roman yazmış. Kahramanımız Esther Greenwood’un yazarla oldukça fazla ortak özellikleri var.

Esther görünüşte herkesin kıskanacağı bir hayata sahip. New York’ta bir moda dergisinde çalışmayı kim istemez? Ama biliyorsunuz ki, bu durum buz dağının görünen kısmı. Öteki kısmından ne haber?

Plath, ileri derecede manik depresifmiş ve bu, kitapta oldukça açık. Melankoli duygusu kitaba hakim. Bu nedenle Polyanna olduğunuz günlerde, sevilecek bir kitap değil.

Sırça Fanus –ortalardaki 50-60 sayfa hariç- benim için akıcıydı. Daha ağır bir kitap olacağını düşünmüştüm. (Kan olan bölümleri, benim için, biraz zorluydu. Kan tutması meselesi.)

Kitabı bitirip, kapağı kapatınca onedio’nun tespitini düşündüm. Sağ olsun, yine hata yapmış. :D İlk kısımlardaki Esther’in ruh halini anlayabilirim ama ilerisi beni biraz aşıyor.

Yine de biraz bunalmak istiyorum derseniz, kendi sırça fanusunuzun ne kadar dar olduğunu ve aslında dünyada kapana kısıldığınızı görmek isterseniz… Okuyun efendim.

Plath’ı anlamaya çalışmak için.

İnsanlar neden intihar eder, neden çocukları varken kafasını gaz fırınına sokar? Düşünmek için.

Kitabı sevdim. İyi okumalar. :)



“Aslında benim hiçbir şeyi idare ettiğim yoktu, kendimi bile.”

“Tıpkı bir kasırganın merkezindeki sakin bölge gibi durgun ve bomboştum, çevremdeki karmaşanın içinde yuvarlanıp gidiyordum.”

“Sessizlik bunaltıyordu beni. Sessizliğin sessizliği değildi bu. Benim kendi sessizliğimdi.”

“İnsanların bana bakmaları için gerçekten bir neden göremiyordum. Pek çok insan benden daha tuhaf görünüyordu.”


“Sırça fanusun içinde ölü bir bebek gibi tıkılıp kalan insan için dünyanın kendisi kötü bir rüyadır.”


14 Ekim 2016 Cuma

66) NASİPSE ADAYIZ - ERCAN KESAL


İletişim Yayınları
194 sayfa

Nasipse Adayız Ercan Kesal’dan okuduğum ilk kitap. Kendisini sinema sektöründe tanırdım, şimdi yazarlığıyla da tanışmış oldum.

Ercan Kesal 1984 yılında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olmuş. Bir dönem CHP’den belediye başkanlığı için aday adayıymış.

Bunları neden mi anlatıyorum?

Çünkü kahramanımız Kemal Güner, doktor üstelik aday adayı!

Kitap, günümüzün siyasetini particiliğini Kemal Güner etrafından çok derine girmeden anlatıyor.

Acı acı gülümseten, samimi bir kitaptı.

Yazarın Nasipse Adayız dışında Peri Gazozu, Evvel Zaman ve Cin Aynası isimli kitapları var.

“Özlersin tabii ki. İnsansan özlersin. Özlemek iyi bi şeydir.”

“İşte kırk küsür sene sonra geldiğin yer; İstanbul’un fizanında, adına uydukent denilen uydurma bir kentinde, civciv büyütülen ışıklı çekmeceler gibi, bilmem kaç metrekare bir konutun içinde, duvardan duvara hazır halı, beyaz eşya ve panjurlarıyla içine girdiğin ve bir üçlü koltuk, bir ikili koltuk, televizyon ve bir ikiz yatakla sürdürmeye çalıştığın, boyundan büyük hayallerin altında kalmış bir hayat. İşte elinde kalan.”

“Bir de, mektuplar yazıldıktan sonra mutlaka unutulurlar. Çünkü niye yaşadığımızı anlamadığımız bir dünyada yaşıyoruz ve galiba sonsuzluğun sınırı diye bir şey yok. Bu yüzden bütün mektuplar, eninde sonunda eski bir ayakkabı kutusunun içine sığarlar…”


“Adımlarımdan belli, iflah olmam, çok beterim… Ama koynumda zümrüd-ü anka vardı. Hiç kimse nasıl görmedi kanadını? Biliyorum, gökyüzünü fark etmem çok geç oldu. Hep kendimi ezberledim onca mısra içinde…”


11 Ekim 2016 Salı

65) CESUR YENİ DÜNYA - ALDOUS HUXLEY


İthaki Yayınları
Çeviri: Ümit Tosun
266 sayfa


Cesur Yeni Dünya, lisedeyken felsefe dersinde işlediğimiz distopyalardan biri. O günden beri okumak istiyordum. Kalemfili ile KoreFenomeni’nin düzenlediği etkinlikle birlikte okuduk.

Orijinal adı Brave New World olan Cesur Yeni Dünya’nın gerçek anlamı Güzel Yeni Dünya olabilirmiş çünkü Shakespeare zamanında ‘brave’ güzel olarak kullanılıyormuş.

Kitap Margaret Atwood’un önsözü, David Bradshaw’ın sonsözünü de içeriyor. Önsöz biraz uzun lakin önsözü bitirince kitaba kendimi kaptırdım. (Önsözü de sonda okuyabilirmişim.)

Kitapta dünya, Ayrıbölge’de yaşayan vahşiler ve Ford’un öğretileri altında yaşayan medeni insanlar olarak bölünmüş durumda. Medeni dünyada herkes mutlu çünkü ‘herkes herkes için’!

Kitap, dünyayı eleştiren bir eser olmanın yanında alegorik de. Karakterlerin adları, önemli siyasetçilerden, yazarlardan vs. kombine edilerek seçilmiş.

Ben bu isimleri önceden araştırmadım, spoilersız okumaya gayret ettim ki bir kısmı okurken anlaşılıyor. Ama okumadan öğrenmek isterim derseniz, vikipedi’de karakter listesi mevcut.

İyi okumalar :D Hala okuyabiliyorken, okuyalım…

“Her şeyin ulaşılabilir olduğu bir dünyada hiçbir şeyin anlamı yoktur.”

“Çünkü zaten işlerini zekice yapacaklarsa genel bir fikirleri olmak zorundaydı, ancak toplumun iyi ve mutlu üyeleri olacaklarsa ne kadar az bilirlerse o kadar iyi olurdu. Çünkü herkesin bildiği gibi, tikeller, erdem ve mutluluğu gerektirir; genellikler ise entelektüel açıdan kaçınılmaz belalardır. Toplumun omurgasını düşünürler değil, oymacılar ve pul koleksiyoncuları oluştururlar.”

“Bu da (…) mutluluk ve erdemin sırrıdır; yapmak zorunda olduğun şeyi sevmek. Tüm şartlandırmaların amacı budur: İnsanlara, kaçınılmaz toplumsal yazgılarını sevdirmek.”

“Birey hissederse, topluluk sendeler.”

“Çünkü eğer gerçekten Othello’ya benzerse kimse anlayamaz, ne kadar yeni olursa olsun. Yeni olursa da, Othello’ya benzeyemez.”

“Fakat istikrar karşılığında ödememiz gereken bedel işte bu. Mutluluk ile eskiden insanların güzel sanatlar dediği şey arasında seçim yapmak gerekiyor. Biz, güzel sanatlardan fedakarlıkta bulunduk.”

“İnsan bir şeylere inanır, çünkü onlara inanmaya şartlandırılmıştır. İnsanın kötü nedenlerle inandığı şeyler için başka kötü nedenler bulmak, işte felsefe budur. İnsanlar Tanrı’ya inanırlar çünkü öyle şartlandırılmışlardır.”


“Ben keyif aramıyorum, Tanrı’yı istiyorum, şiir istiyorum, gerçek tehlike istiyorum, özgürlük istiyorum, iyilik istiyorum. Günah istiyorum.”


7 Ekim 2016 Cuma

64) KIZIMIN KATİLİNE MEKTUPLAR - CATH STAINCLIFFE

Letters to My Daughter's Killer

Yabancı Yayınları
Çeviri: Ceren Alkan
307 sayfa


Kızımın Katiline Mektuplar’ı Kış Okuma Şenliği’nin çekilişinde kazanmıştım. Yıllanmadan okumalıyım dedim. :D

Kızımın Katiline Mektuplar, son 100 sayfasına kadar benim tramvay kitabım oldu. Genelde yolda okuduğum için de bitirmem uzun sürdü.

Kitap, kızı öldürülen bir anne olan Ruth’un yaşadıklarını konu alıyor. Adından da anlaşılacağı üzere, kızının katiline mektup yazmaya karar veriyor.

Yazar, mektupların arasına olayları açıklayan bölümler de eklemiş.

Akıcı, pek yormayan, biraz ‘suç’lu polisiyeli kitap arıyorum diyorsanız Kızımın Katiline Mektuplar sizin için ideal olabilir.


“Ölüm böyle bir şey işte: İçgüdüsel olarak, tesellinin ve içtenliğin bedensel olarak rahatça dışa vurulmasına sebep oluyor.”

“Hiç kimse tek kişi değildir, hepimiz oynadığımız rollerin toplamıyız diyorlar ama ben bu rolden çok ama çok yoruldum.”

“Sartre’ın bir sözü vardır: Özgürlük bize yapılanlarla ne yaptığımızdır. Ben özgür değildim.”


“Yara iyileşiyor, fakat izi hep derin ve orada olacak. Kapsamlı ve hayatımızı değiştiren bir iz.”


3 Ekim 2016 Pazartesi

Film: Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları


Yönetmen: Tim Burton
2016, ABD
Fantastik, Macera
127 dakika

10 Ekim 2015’te Ransom Riggs’in Bayan Peregrine’in Tuhaf Çocukları kitabını okuyup, sevmiştim. Özellikle içindeki fotoğraflara bayılmıştım.

Film afişi yayınlandığında, oyuncuların kitaba uygun olmadığını görsem de ilgimi çekmişti. Vizyona girdiği Cuma günü gitmek istedim ama olmadı. :D

Ben de bugün ders çıkışı, koştur koştur 12 seansına yetiştim. Tercihim 4Dx oldu çünkü 3D versiyonu dublajdı. :D

Film hakkında ne hissettiğimden emin olamıyorum. Kitabı okumayanlar için, çok güzel bir fantastik film olabilir.

Ama ben okudum. Bu nedenle kitabın bire bir uyarlanmamasından hoşlanmadım. Emma ile Olive’in yeteneklerinin değiştirilmesi, benim için tam bir hayal kırıklığıydı. Yetenekler değiştirilince de, filmin gidişatı da değişti.


Eva Green, düşündüğüm Miss Peregrine değildi. Çok güzel pipo içiyor olabilir, film boyunca saç rengine de hayran kalmış olabilirim ama yine de değildi.

Filmde kostümleri çok beğendim. Hayalimdeki kıyafetlere çok yakındılar.

4D’ye girdiğim için mutluyum. Çok aksiyon içeren bir film olmasa da efektler gayet iyiydi. Su altındayken verilen baloncuklar favorim oldu. :D Bahçedelerken gelen çiçek kokusu da fena sayılmaz tabii. :D

Son olarak dediğim gibi, eğer kitabı okumamış olsam ve sürekli kafamda karşılaştırma yapmasam filmi aşırılı sevebilirdim. Kitaba öncelik veriniz. :D

NOT: Filmden Mırıltılar geleneğimi bu filmde sürdüremiyorum çünkü yalnız gittim. Üsttekiler de mırıldanma yerine geçebilir. :D





1 Ekim 2016 Cumartesi

63) HARRY POTTER AND THE CHAMBER OF SECRETS - J.K. ROWLING

kağıt salıncak kitap yorumu

Bloomsbury
360 sayfa

Harry Potter serisini orijinal olarak okumaya devam ediyorum. İkinci kitap da bitmiş bulunmakta.

Harry, Ron ve Hermione’nin Hogwarts’daki ikinci yıllarını okumak hala heyecan verici. :D

Sırlar Odası / Chamber of Secrets’ın en güzel yanı, benim için, Dobby ile tanıştığımız kitap olması. HP’yi ilk kez okuduğumda, kitabın birinci bölümünde karşımıza çıkan mini minicik ev cini Dobby’i bu kadar seveceğimi düşünmemiştim.

Tasarıma gelirsek benim Türkçe serim, YKY’nin eski kapaklı hallerinden oluşuyor. Aslında yeni kapakları daha çok beğeniyorum ama çizimlerin aşırı spoiler içerdiği de bir gerçek.

Kitabı okurken, hızlıca ilerleyeyim istiyorum ama bitince üzülmekten kendimi alamıyorum.

SPOILER

Kitapta Tom Riddle yani Lord Voldemort ile tanıştık. Edinburgh’dayken anlatılana göre, Rowling serideki bazı isimleri Greyfriars Kirkyard’dan seçmiş.




McGonagall ve Tom Riddle da bu isimlerden. 


“Bed rest and perhaps a large, steaming mug of hot chocolate. I always find that cheers me up.”

“It is our choices, Harry, that show what truly are, far more than our abilities.”